04 Temmuz 2007

Seçimler ve Üçüncü Dünyalı Olmak

2007 Türkiye için önemli bir yıl... Belki Cumhuriyet tarihinin en önemli seçimlerinden birisini yaşayacağız...

Aslında genel seçimde sadece iktidarı ve muhalefeti belirlemeyeceğiz. Aynı zamanda çok önemli bir soruya cevap arayacağız: ‘biz hala üçüncü dünyalı mıyız?’

Bu cümlede kastedilen üçüncü dünya, soğuk savaş döneminde kullanılan, doğu ile batı blokları haricinde, Hindistan’ın öncülüğünde gelişen alternatif dünya inisiyatifi değil. Hani geri kalmışlığı betimlemek için kullanılan ‘üçüncü dünya solcusu, sağcısı, milliyetçisi’ kavramlarında geçen üçüncü dünyalılık...

İşte bu genel seçimler bizim üçüncü dünya seçmeni olup olmadığımızı tespit edecek.

Önce iktidar açısından bakalım...

Muhalefet partileri yavaş yavaş genel seçimlere hazırlanırken hükümetin sessiz ve derinden giderek aslında ekonomi için tehlike sinyali sayılacak şekilde bazı politikaları uygulamaya koyduğunu görüyoruz. Yani seçim ekonomisinin başladığını...

Önce üniversite kurulması için söz verilen iller gündeme geldi, sonra bu oluşumla ilgili yasa teklifi hazırlıkları... Arkasından zorda kalan çiftçilerin borçlarının silinmesi için yasa teklifi hazırlıkları yapıldı.

IMF’nin muhalefetine rağmen, ‘sosyal güvenlik reformu’ gibi bazı kanun değişiklikleri seçim sonrasına ertelendi. Muhtemeldir ki IMF’ye verilen taahhütler olmasa seçim ekonomisinin daha hızlı işleyen sürecini yaşıyor olacaktık.

Seçim ekonomisi demek temelde, haksızlık, adaletsizlik demek. Her şeyden önce kamu kaynaklarının israfı, yatırım projelerinin önceliklerinin alt üst olması demek. Üstelik en kötüsü ekonomik istikrara darbe demek. Daha da ileriye götürürsek haksız gelir transferi demek, (özellikle aflar dikkate alınırsa) sorumlu vatandaşın cezalandırılması demek.

Seçim ekonomisin etkilerine ait verdiğim örnekler, dolaysız etkilere ait. İşin kötüsü birde dolaylı etkiler söz konusu. Seçim döneminde ekonomik programlara aykırı olarak genişleyen emisyonun (ister dar parayı M1’i alalım ister daha geniş tanımları M2, M3 gibi) yani para arzının artmasının mutlaka enflasyonist etkisi olacaktır.

Üstelik yaşanması muhtemel olan enflasyondaki artış toplumun değişik katmanları arasında ‘nötr’ değildir. Enflasyon sonuç itibariyle bir gelir grubundan diğerine ‘haksız şekilde’ gelir transfer eden bir olgudur.

Türkiye’de ‘politik ekonomi’ ihmal edildiğinden, biz daha çok enflasyonun oranını konuştuk yıllardır. Arttığında üzüldük, düştüğünde sevindik. Kimse enflasyonun gelir dağılımı etkisini sorgulamadı.

Seçim ekonomisine tekrar dönersek, konu aslında ‘politik etikle’ birebir ilintili. Politik ahlaksızlıktan kaynaklanır seçim ekonomisi. Sonuçta enflasyonu körükler, kamu kaynaklarını heba eder, bütçe dengesini bozar ve makro ekonomik istikrara darbe vurur. Bunlar işin bir tarafı. Diğer taraftan da ‘yan etki’ olarak gelir dağılımının adaletsizliğine katkı yapar.

Sonuçta, Türkiye’nin en zengin 25 kişisinin toplam serveti, milli gelirin %10’una isabet eder, bu oran Japonya’da sadece %1’e eşitken.

Gelin bu konuya birde tersten bakalım ve neden bizde bu oran Japonya’dan daha yüksek bunu irdeleyelim.

Çünkü bizde siyasetçinin etik problemi vardır. Bu, kamu önceliklerinin hiçe sayılması, kaynakların heba edilmesine yol açar. Şahıs ve parti çıkarları için ülkenin kaynakları heba edilebilir, yani seçim ekonomisi uygulanabilir. Bunu sonucunda yukarıda anlatmaya çalıştığım şekilde gelir dağılımı bozulur, gelir adaletsizce yeniden dağıtılır.

İşte üçüncü dünya seçmeni olmamak, bu oyunlara gelmemektir. Ahlaksız siyasetçinin farkında olmak ve buna göre duruş geliştirmektir.

Üçüncü dünyalı olmamak, siyasetçi tarafından bu kadar ucuz kandırılmamaktır.

Muhalefete bakarsak...

Muhalefet partileri de vaat bombardımanını başlattılar. Henüz ‘iki anahtar’ palavrası kadar vahimine şahit olmasakta, verilen vaatlerin tutarsızlığı siyasi ahlaksızlığın bir başka boyutuna işaret ediyor.

Politika programları iki bölümden oluşur: hedefler ve kaynaklar. Hedefler, bizde vaatler bölümünü oluşturur. ‘Cekler ve caklar’ bölümü dersek abartmamış oluruz. Örneğin, mazot ucuzlayacak, ÖSYM kalkacak vb. Sıradan her vatandaşın kolaylıkla oluşturacağı bölümdür program hedefleri...

Ya kaynaklar?

Her hedefin maliyeti olduğunu, finansmanının gerektiğini şimdiye kadar sormasak ta bu seçimde mutlaka soralım. En azından ‘siyasi etikten’ yoksun politikacıları tespit ederken kendi kendimize soralım.

Seçim ve üçüncü dünyalılık ilintisinin son boyutu ise, seçim öncesi anlatılanları, verilen sözleri, hedefleri unutmamak; zamanı gelince iktidara gelen partiden tutmadığı sözlerin hesabını sorabilmektir.

İşin kolayına kaçarsak buna balık hafızalı olmamakta diyebiliriz. Fakat doğru söylem, oryantal düşünmemek ve davranmamak olmalıdır. Kant, doğu ve batı toplumlarını karşılaştırırken en büyük farkın ‘hesap sorma müessesinde (anlayışında)’ olduğunu söyler ya... Batı alt kültürü hesabı bu dünyada sorarken, oryantal zihniyet hesabı ‘öbür dünyaya’ bırakır ya...

İşte, üçüncü dünyalı olmaktan kurtulmanın bir başka boyutu da, politikada oryantal zihniyetten kurtulmak ve ‘politik etik’ konusunda politikacıları sorgulamaktır.

Hepimize kolay gelsin...