04 Temmuz 2007

Bolivar mı Zapatero mu?

ASAM-Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi periyodik yayınlarından Stratejik Analiz’de, Araştırmacı Ekin Keskin ile birlikte yaptığımız bir analizde (Uluslararası Politikada Ekonomik Yaptırımlar, Temmuz 2000, Cilt 1, Sayı 3) bir öngörüde bulunmuştuk: Dünyada ABD’nin etkinliği azalacak demiştik!

O zamanlar, her ne kadar çalışmamız kantitatif temellide olsa, epey tepki almış, hayalî olmakla suçlanmıştık. Aradan geçen 7 yılda, dünya bu görüşü haklı çıkaran gelişmelere şahit oldu.

Önce SSCB’nin parçalanması ve soğuk savaşın bitişi ile birlikte ABD’nin global olarak dünya politikası, ekonomisi ve her şeyden önemlisi askeri gücüne hâkimiyeti gerçekleşti. Bu büyüme ve artan etkinlik beraberinde tarihçi Paul Kennedy’nin ‘Emperyal Büyüme’ teorisinin doğmasına yol açtı. Kennedy’ye göre, bir emperyal güç için belli bir ‘optimum’ büyüklük söz konusudur. Emperyalist gücün kaynakları veri iken ulaşabileceği bir maksimum etkinlik (hüküm süreceği bir coğrafya) vardır. Bu kritik eşiği aşan ülkeler için kader diyebileceğimiz şekilde bir düşüş başar.

Bu düşüş aslında tek taraflı değildir, mutlak da değildir. Her şeyden öte nispidir, görecelidir. Emperyal gücü elinde tutan ülke aslında belki irtifa kaybetmemektedir, fakat rakipleri büyüdüğü için göreli gücü ve etkinliği düşmektedir.

Bugün dünya entelektüelleri bu olguyu konuşmaktadır. Biz ilkin bu konuyu ‘Çinliler ve Mark Antony’ (http://onpunto.com/ShowBlog.aspx?Web=thenewport&CId=51753) yazımızda ele almıştık.

Uluslararası politika analistlerinin tartıştığı ve üzerinde hemfikir oldukları gelişmeye göre, ABD gücüne rakip ülkelerden artan oranda tehdit söz konusudur. Jeo-politik rakipler artmaktadır. Çin, rakipsiz ekonomik üstünlüğü ile hem inanılmaz ekonomik büyüme oranları yakalamakta hem de son 2 yıl içerisinde harekete geçirdiği politik stratejileri ile Afrika, Güney Amerika ve Orta Asya ülkelerinde atağa geçmektedir. Çin’den gelen tehdidin bir başka boyutu ise askeridir, Büyük modernizasyon projeleri ve Pasifik’te ABD’ye karşı konuşlandırılan deniz kuvvetleri Washington’un korkulu rüyası olmakla kalmayıp belki Irak’a sevk edilecek askeri birlikler için bir limit oluşturmaktadır.

Rusya ve Hindistan, aynen Çin gibi bir taraftan ekonomik büyümeyi istikrarlı hale getirmiş, diğer taraftan jeo-politik atılımlarla ABD menfaatlerinin aleyhine stratejiler geliştirmektedirler.

AB ise tek para birimi ve güçlü blok ekonomik yapısının yanı sıra, ABD’den bağımsız ortak güvenlik ve dış politika geliştirme konularında hayli mesafe almıştır.

Bütün bunların ötesinde, ABD’nin, tüm dış politika sisteminin dayalı olduğu ekonomik gücü ciddi zafiyetler geçirmektedir. ABD’nin dev ticaret ve bütçe açıkları, ülkenin yurtdışı operasyonlarını maliyetleri dikkate alındığında alarm verilecek boyutlara ulaşmıştır.

Tabi ki tüm bunların yanı sıra, tüm dünyadan, faaliyet sahaları çok farklı NGO’lar-sivil toplum örgütleri, halk hareketleri ve politik gruplar, ABD’nin dünya hegemonyasına karşı faaliyetlerini artırmışlardır.

Bir vaka çalışması, Venezüella…

İşte bu çerçevede, Güney Amerika ülkelerinden Venezüella belki de, ABD’ye başkaldırı için bir vaka çalışması (bir laboratuar) görevi görmektedir.

Her ne kadar, Washington’daki gözlemcilere ve analistlere göre Venezüella Devlet Başkanı Chavez sadece bir popülist olsa da, bu ülkedeki değişim ve yeniden yapılanma Pentagon’da çok ciddiye alınmaktadır.

Venezüella’yı daha iyi anlamak için sadece Mayıs ayı içerisinde meydana gelen gelişmeleri alt alta sıralayalım:

1. Venezüella, millileştirme politikalarının bir parçası olarak milli telekom şirketi Nacional Telefonos de Venezuela’daki hisse oranını artırarak kontrolü ele geçirdi (10 Mayıs)

2. Chavez, ülkedeki bankaların, proje finansmanlarında yerli şirketlere öncelik sağlamaması durumunda, bankacılık sektörünün millileştirileceğini açıkladı (4 Mayıs)

3. Venezüella, IMF’in uyarılarını dikkate almayıp, asgari ücretleri %20 oranında artırdı (1 Mayıs)

4. Chavez, ülkesinin IMF ve Dünya Bankası üyeliklerinin sona ereceğini ilan etti (28 Nisan, 1 Mayıs)

5. Chavez, ülkenin en büyük petrol yataklarını işletme imtiyazına sahip Orinoco Oil şirketini millileştirdi. Bu son 20 yılda dünyada yaşanan en büyük millileştirme politikası oldu (2 Mayıs)

6. Chavez, sanayide millileştirmelerin devam edeceğini duyudur (4 Mayıs)

7. Venezüella ile Çin arasında ikili ekonomik işbirliği anlaşması imzalandı (7 Mayıs)

Çıkarımlar…

Değişimin yaşandığı bir ülkede son on beş günün hızlı trafiğinden bazı notlar bunlar… Önemli çünkü son yirmi yıldır dünyaya hâkim olan IMF ve Dünya Bankası söylemlerinin aksine gelişmeler, Çin’in kabuğunu yırtıp ABD’nin arka bahçesinde etkin hale geldiğini gösteren gelişmeler.

Venezüella çok önemli bir değişim yaşıyor. Dedik ya bir vaka çalışması bu ülke şu an, dünya için, hatta bizim için.

Biz, dünya politikasının ve ekonomisin, uzun ve kısa çevrimlerden oluştuğunu göremediğimizden, şu an için moda olan özelleştirme trendinin sonsuza kadar gideceğini zannedebiliriz. Hatta belki ABD’nin dünya jandarmalığının ve etkinliğinin de sonsuz olduğunu düşünebiliriz.

Oysa gelişmeler, dünyanın yeniden şekillenmeye başladığını, dünya jeo-ekonomisinin çok önemli gelişmelere gebe olduğunu gösteriyor. Her şeyden önemlisi (özellikle Çin ve Hindistan’ın artan etkinliği) ekonomik gücün beraberinde politik etkinliği artırdığını ispatlıyor.

Sözün özü, önümüzdeki dönem, IMF ve Dünya Bankasının dünyadaki rollerinin sorgulandığı, Asya’da ve Güney Amerika’da yeni ekonomik ittifakların ortaya çıktıkları bir süreç olacak.

Bu sürecin ‘kahramanı’ ise hiç kuşkusuz Chavez’dir. Chavez için karar vermek henüz kolay değil. Washington'un iddia ettiği gibi sığ bir popülist mi yoksa devrimci bir latin ruhu mu taşıyor, bunu hep beraber göreceğiz.


Notlar:

1. Venezüella’daki politika değişiklikleri için bakınız http://www.venezuelanalysis.com/

2. Yeni yazımın konusu Kuzey Irak’a sıçrayan savaş olacak.