27 Temmuz 2008

Halaçoğlu Gitti, Gözümüz Aydın!

__Bu rapor Yusuf Halaçoğlu'nu, Ermenistan ile yumuşama politikası gereği görevden alanlara ithaf olunur-

VAN - ZEVE TOPLU MEZAR KAZISI


ÖN RAPOR


Dr. Cevat BAŞARAN

Doğu Anadolu'da 1915 - 1918 yılları arasında meydana gelen insanlık dışı olayların gerçek yüzünü açıklayan toplu mezar kazılarından bir yenisi Van - Zeve'de gerçekleştirildi. Van'ın yaklaşık 18 km. kuzeybatısındaki Çitören Köyü (Harabe) yakınında, Ablangis Çayi (Mermit) kıyısında yer alan Zeve Şehitliği'ndeki toplu mezar kazılarına, programlandığı üzere 4 Nisan 1990 günü başlandı ve çalışmalar Yüzüncü Yıl Üniversitesi ile Van Müzesi'nin destekleriyle yürütüIdü. Çok sayıda yerli ve yabancı basın - yayın organının gözleri önünde sürdürüIen çalışmalar, Van Valisi Adnan Darendeliler, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nihat Bayşu, Ankara Üniversitesi'nden Prof. Dr. Azmi Süslü, Atatürk Üniversitesi'nden Prof. Dr. Enver Konukçu, Dr. Cevat Başaran, Hacettepe Üniversitesi'nden Prof. Dr. Metin Ozbek ve Prof. Dr. Ercüment Kuran, Gazi Üniversitesi'nden Prof. Dr. Fahrettin KırzıoğIu, Marmara Üniversitesi'nden Prof. Dr. Cevdet Küçük ile Van Müzesi Müdürü Ersin Kavaklı tarafindan da yürütüldü, izlendi.

1915'deki Ermeni saldırıları sırasında yıkılıp bir harabe haIine gelen, yaklaşık 25 - 30 evlik Zeve (Zive - Zaviye) köyündeki kazı çalışmaları, olayların yaşayan görgü tanıklarından İbrahim Sargın'ın ifadeleri ve belgeler doğruItusunda, köyün güneybatı yamacında belirlenen yıkıntıda açılan 4 x 4 m.'lik açmada yürütüldü. Açmanın hemen kuzeyindeki yolun yakınında kazılan iki sondajda ise, köy evlerinden birine ait tandır ile, mutfakta kullanılan çok sayıda çanak - çömlek parçasına rastlandı.

İbrahim Sargın'ın çocukluk anıları arasında hatırlayabildiği kendi evleri ve samanIığına ait alanı kapsayan ilk açmada yoğunlaştırılan kazı çalışmalarında, üstteki 30 - 40 cm. kalınlıktaki yığıntı toprağının kaldırılmasından sonra topluca katledilmiş insan iskeletleriyle karşılaşıldı. Karışık olarak in - situ malzemeyle birlikte elegeçen iskeletlerin bazılarında kafataslarının kırık ve ezik; yer yer de çatlak ve yanık oldukları izlendi. İlk çalışma sonrasında toplam 12 iskelet ortaya çıkarıldı. İskeletler olasılıkla kadın ve küçük kız çocukları ile yaşlılara aitti. Kazıda çıkarılan ince saç örgüleri ve nazarlıklar, burada katledilenler arasinda küçük çocukların da bulunduğunu belgeler niteliktedir. Kazı sırasında elegeçen diğer buluntular arasında yoğun olarak paslı hançer ve kama yüzleri, uçları kırılmış paslı kürek yüzleri, çok sayıda Rus yapısı boş ve patlamamiş mermi ve kovanları ile bunlara ait mermi çekirdekieri, iç giysisi ve ipekli kumaş parçaları, üzeri Sultan Reşad tuğralı ve ay - yıldız motifli boncukları olan akik taşı gerdanlık, balmumuyla kaplanmış muska, paslı tel bilezik ve yüzük, üzerinde Sultan Reşad'ın tuğrası bulunan 1 adet gümüş "5 para" ve 2 adet bakır para, çok sayıda akik ve renkli sırça boncuk, çocuk nazarlıkları, değişik boyutlu ve renkli giysi düğmeleri ile 1 adet kemik tarak da bulunmaktadır. Kazı çalışmalarının ardından, çıkarılan buluntular Van Müzesi'ne aktarılmış, iskeletler ise, tekrar gömülmüştür.

Olayın görgü tanığı İbrahim Sargın'ın ifadeleri, tarihi belge ve kazı buluntularıyla da doğrulanan Zeve katliamı şu şekilde sahnelenmiştir: 1915 yılında Rusların desteğinde bölgeye giren Ermeni çeteciler, köyleri basıp, masum Türk ve müslüman halki, kadın - erkek, yaşlı - çocuk demeden acımasızca katletmeye başlarlar. Yakın çevredeki 7 köyden kaçan yakIaşık 2000 - 3000 kişilik halk Zeve'ye sığınırlar. Kısa bir direnmeden sonra Ermeniler bunları işkencelerle katlederler. Önce, değişik delici ve kesici aletlerle işkence yapılan ve çoğunluğu kadın ve çocuk olan bu savunmasız insanlar üzerine kurşun yağdırır. Ardından da her zaman sergilendiği biçimde, Oba, Alaca ve Yeşilyayla katliamlarında da tanık olunduğu gibi, bütün evler yakılır. Açıkta işkence edilerek öldürülenler ise, görgü tanığının ifadesine göre köydeki kuyulara ve Ablangis Çayı'na atılırlar. İleride yapılacak kazı ve araştırmaIar, bunları tüm ayrıntılarıyla ortaya koyacaktır.

Kazı sırasında ele geçen hançer, kama ve kesik kürek yüzleri ile demir çubuklar, buradaki insanların öldürülmeden önce aşırı işkencelere uğratıldığını gösterir bulgulardır. Kazı çaIışma1arında rastlanılan bir kafatasına batmış kürek yüzü, bunun bir başka belgesidir. Ortaya çıkarılan mermi kovanları ve çekirdekleri ise, evlere doldurulan insanların işkenceIer sonrasında kurşunlandığını açıklıkla göstermektedir. Kazı sırasında bulunan küçük bir çocuğa ait kalça kemiğine saplanmış mermi çekirdeği de bunun belgesidir. Bazı kafataslarında görülen yanık izleri de, katliamın bir yangınla örtbast edildiğini gösterir. Böylece yanan tavan hatılları bütün ağırlığıyla alttakilerin üzerine çökmüş, toprak dam, içeridekilere doğal bir mezar odası oImuştur.

Şimdiye kadar açılanların en büyüğü ve en korkuncu olan Zeve toplu mezarlığının bir "açık hava müzesi" haIine getirilmesiyle, gerçeklerin dünya kamuoyunun gözleri önüne serilmesinde, olayların tüm vahşetiyIe gösterilebilmesinde ve sözde "Ermeni katliami" nın ne derece doğru olduğunun anlatılmasında önemli katkıları olacağı şüphesizdir.

Not: Bu makale, Turkses Web Sitesi'nden alınarak tercüme edilmiştir.

Yusuf Halaçoğlu Neden Gitti?

Prof. Dr. Norman Stone: Ermeni soykırımı yoktur ve hapse girmeye hazırım! (http://icikdetay.bloggum.com/yazi/emperyalist-yalan.html)

Diaspora Ermenileri, "tarihçilerin" soykırım davasını kabul ettiğini söylüyor. Ortada, diasporanın çizgisini onaylayan "soykırım uzmanları birliği" olarak nitelendirilen saçma bir örgüt var; ancak bunlar kim ve ne tür ehliyetlere sahipler? Ruanda, Bosna ve hatta Auschwitz hakkında bir şeyler biliyor olmak onlara 1915'teki Anadolu'yu tartışma salahiyeti vermez...

'Ermeni soykırımı emperyalist bir komplo.' Marksist bir üslup içinde böyle dile getirmişti Doğu Perinçek ve bunu İsviçre'de söylemeyi tercih etmişti. İsviçre, 1915 yılında Osmanlı Ermenilerinin soykırımdan geçtiğini inkar eden herhangi birine hapis cezası öngören bir yasayı kabul etmişti ve Perinçek sırf buna karşı çıktı diye polis tarafından sorguya çekilmişti. Ne yazık ki diğer ülkelerde de benzer olaylar cereyan ediyor ve şimdi de Fransız parlamentosu İsviçre'den daha sert bir yasayı onaylamış durumda: Bir yıl hapis ve ağır para cezası. Bu saçma, gülünç ve de rezilce bir iş - tarihin karalanması ve ondan geri kalmayan popülist politikalar. Aslında, mali açıdan da çok kirli bir iş. Zira hepimiz biliyoruz ki, Ermeniler için yasal sistem işleyebilir: mahkeme davalarının sonunda kârların paylaşımı karşılığında hukukçular hiçbir şey yapmama konusunda anlaşacaktır. Mahkeme davaları her zaman çok pahalıdır ve bu nedenle bankalar, şirketler ya da hastaneler için, herhangi bir sorumluluk kabul etmeden ödeme yapma anlaşması yapmak daha kolaydır; çünkü davayla uğraşmak absürd bir biçimde pahalı olacaktır ve -Amerikan jüri sistemi prosedüründe olduğu gibi, sonucun ne getireceği kestirilemez. Ne ironiktir ki hırsızlık yapmak istediği evin çatısından düşen ve feci şekilde yaralanan hırsız, ev sahibini mahkemeye veriyor: Sonuç, uğradığı kaza dolayısıyla kendisine ödenen zarar miktarı bir milyon dolar! California'da Ermenilerin soyundan gelen diaspora üyelerinin sınıf eylemleri de, 1915 tarihine giden iddialar nedeniyle Deutsche Bank'ı silkeledi ve 17 milyon dolar topladı; daha sonra aynı şeyi bir Fransız sigorta şirketiyle denemeye çalıştılar. Tümüyle emin olabiliriz ki, Türkiye'nin "soykırımı tanıması" durumunda mali iddialar da peşi sıra gelecektir.

Türkler soykırım yapmadı ...

Ancak Türkiye, bunu kabul etmeyi reddederse, tamamen iyi bir zeminde kalacaktır. Söylenmesi gereken ilk şey, "soykırım" işi hiçbir zaman kanıtlanmadı. Gösterilen en iyi kanıtlar dolaylı düzeyde ve İngilizler, İstanbul'u işgali sırasında hiçbir zaman direkt bir kanıt ya da belge bulamadı. İngilizler, Türklere karşı kanıt bulmak amacıyla önde gelen bazı Türkleri Malta'da tutsak etti; ancak hiçbir şey bulamadılar. İngilizler, Amerikalılara bir şey bilip bilmediklerini sorduklarında aldıkları cevap sadece 'hayır'dı. Sonuç, olduğu iddia edilen "soykırımın" hiçbir zaman doğru düzgün bir mahkeme sürecine konu olmamasıdır. İngilizler, Türk esirleri bıraktı (adi bir biçimde onların Malta'dan ülkelerine dönebilmeleri için gerekli yol parasını ödemeyi de reddetti). Bu olayın vuku bulmasının ardındaki nedeninin milliyetçi Türklerin İngiliz yetkililerini rehin tuttuğu yönünde karşı iddialar da mevcut; ancak gerçek şu ki, kanun adamları açık bir biçimde tutsaklarını yargılamak için ellerinde yeterli kanıtın bulunmadığını söyledi.

Diaspora Ermenileri, "tarihçilerin" soykırım davasını kabul ettiğini söylüyor. Ortada, diasporanın çizgisini onaylayan "soykırım uzmanları birliği" olarak nitelendirilen saçma bir örgüt var; ancak bunlar kim ve ne tür ehliyetlere sahipler? Ruanda, Bosna ve hatta Auschwitz hakkında bir şeyler biliyor olmak onlara 1915'teki Anadolu'yu tartışma salahiyeti vermez, ayrıca Osmanlı uzmanları hiçbir şekilde "soykırıma" ikna olmamışlardır. Aslında, diaspora çizgisini hiçbir zaman kabul etmeyen ayrı bir tarihçiler "takımı" bulunmaktadır. Fransa'da Selanik tarihçisi ve müthiş bir bilgin olan Gilles Veinstein, L'Histoire'de 1993 yılında yayınlanan o ünlü makaledeki kanıtı yeniden inceledi. O zaman da Ermeni diasporası hop oturup hop kalkıyordu ve Veinstein, tarafsızca, takdire şayan bir şekilde soykırım iddiaları ve aksi argümanları özetledi. Gerçek şu ki, ortada bir "soykırım" kanıtı yok, bir bakıma Ermenilerin imha edildiğini gösteren hiçbir belge ortaya çıkmadı. Ancak düzmece bir kanıt var. 1920 yılında, Andonian isimli bir gazeteci tarafından İngilizlere verilen bazı belgeler var. Andonian, bu belgelerin kendisine Naim ismindeki bir Osmanlı yetkilisi tarafından verildiğini iddia ediyordu. Belgeler, İngilizce ve Fransızca olarak bir kitapta yayınlandı ve eğer bunları itibari değere alırsanız etkileyicidirler: Burada valilere Ermenileri katletmelerini söyleyen bir Talat Paşa vardır, tabii yetimhanelerdeki çocukların katledilmeleri unutulmayacaktır; ancak her şey gizli tutulacaktır.

Ermeniler düzmece dokümanları öne sürüyor

Ancak dokümanların düzmece olduğu çok aşikardır -tarihler ve imzalarda basit hatalar yapılmıştır. 1920 yılında, yeni Ermeni Cumhuriyeti dağılıyordu. Kazım Karabekir, Kars'a (hemen hiç direniş olmadan düştü) ilerliyordu ve Türk milliyetçileri Moskova ile işbirliği yapıyordu (aslında ortada bir pazarlık vardı: Türkiye Azerbaycan'ı terk edecek, Rusya da Anadolu Ermenistan'ını). Ermeniler çaresizce Trabzon'a asker çıkaran İngilizlerin müdahale etmesine ve kendilerini korumalarına muhtaçtı.

Bununla birlikte, İngiliz'in (ve daha fazla Fransız) Küçük Asya'da yeteri kadar problemi zaten vardı ve esas mutluluk yeni Türkiye'ye yerleşmekti. Önde gelen Ermeni "soykırımcısı" V. Dadrian hâlâ tutkulu bir biçimde bu belgelerin doğruluğunu savunuyor; ancak bu çabalar onun uzmanlığına fazla bir itibar sağlamamaktadır: Örneğin, belgelerin yazılı olduğu kağıdın Halep'teki bir Fransız okulundan geldiği yönündeki iddiaya karşın Dadrian, o dönemde kağıt sıkıntısı olduğu yanıtını veriyor (Tabii, yönetimdeki Osmanlı valisi Fansız bir okul müdürüne kendilerinin okul kağıdını kullanıp kullanamayacağını sormuştu? Hiç ihtimal dahilinde değil.) Naim-Andonian belgeleri kazara bir mahkemede test edilmedi. İngilizler onları kullanmayı reddetti ve bir Alman mahkemesi ise onları bir kenara salladı. Sonra ortadan yok oldular-tüm "soykırım" kanıtının bu belgelerden ibaret olduğu göz önünde bulundurulursa kaybolmamalarını beklersiniz değil mi? Aksi halde, bir İngiliz mahkemesinin "ikincil kanıt" kararıyla kalakalırsınız -bir tanık, başka bir tanığın başkasına söylediği bir şeye tanıklık ediyor. Böylesi bir şey kanıt sayılmaz. Son üç yıldır Ermeni tarihçiler açık bir biçimde iki düzine ülkede neler bulunduğunu araştırmak için dilencilik ediyor -örneğin Danimarka arşivinde. İçerikleri ise bizim daha önce bildiklerimiz-savaş sırasına Anadolu'nun birçok bölümünden göç ettirilen çok sayıda Ermeni'nin öldürüldüğü ya da öldüğü. Osmanlı, bir ırkı imha etmeye mi niyetlendi ya da sadece çok berbat geçen bir sınır dışı mı vardı?

Bu hususa gelince uzmanlar bölünüyor. Yolunda gitmeyen bir sınır dışı pek çok ehliyetli tarihçinin hükmü-Bernard Lewis, Heath Lowry, Justin McCarthy, Yusuf Hallaçoğlu. Eski alfabeyi ve geçmişi bilen diğer tarihçiler bunun önceden tasarlanan bir imha kampanyası olduğuna inanıyor ve bu tarihçilerin bazıları Türk (Mete Tunçay, Selim Deringil gibi). Kitabı savaş suçları yargılamalarına dayanan bir Türk tarihçi Taner Akçam, İngiliz işgalinin ilk dönemlerinde katliamlar olduğunu yazıyor ve soykırım tezini kabul ediyor (her ne kadar sürecin Nazi Almanyası'nda Nazilere karşı yapılanla karşılaştırılamayacağına vurgu yapsa da). Uzmanların bu görüş ayrılığı düşünüldüğünde, Fransız ya da başka bir parlamentonun cevabin ne olduğuna dair hüküm vermesi açıkça kepazeliktir. Ancak dahası kötüdür çünkü Ermeni diasporası aşırı derecede intikamcı. Örneğin, Gilles Veinstein tarafsız makalesine ödül olarak bir iftira kampanyası ile karşı karşıya kaldı. Veinstein, seminerler vermeleri için ülkedeki en iyi uzmanları seçen College de France için aday olmuştu. Ancak, Ermeni diasporası ona karşı bir kampanya başlattı, her nedense özellikle matematikçiler arasında. Ekonomi profesörlerinden birine, bir bütün olarak Fransız tarihçilerin Veinstein'i desteklediği ve soykırım tezini sevmedikleri söylenince onun çevabı, "Onların tümü Osmanlıcı" oldu, sanki bu onları ehliyetsiz kılıyormuş gibi. Gerçek şu ki Ermeni diasporası bu iddialarını doğru düzgün bir mahkeme sürecine taşımadı. Bunun yerine, Veinstein gibi adamları susturmaya çalışıyorlar. İki yıl önce bir Amerikan yayınında olağanüstü bir olay vardı. Massachusetts Üniversitesi'nde bir profesör olan, çok iyi bilinen bir tarihçi ve modern Alman tarihi üzerine birkaç kitabı bulunan Gunther Lewy, Alman dokümanları çerçevesinde Ermeni katliamları üzerine bir kitap yazdı. Kitap özellikle değerliydi; çünkü Dadrian'ın, Alman kanıtını nasıl da eğip büktüğünü gösteriyordu. Lewy, her zamanki yayıncısına, Oxford University Press (New York) bu kitabı önerdi. Bir komisyon tarafından hazırlanan rapor Lewy'nin çok büyük yanlışlar yaptığını iddia etti: Ne yanlış olmaması için uğraştılar ne de herhangi birinin kolayca girişebileceği gibi küçük değişikliklere gittiler. Lewy'nin kitabının metni "Türk inkarcılarının konuşmaları" damgası vurularak reddedildi. Lewy, bir başka yayınevi buldu, University of Utah Press. Ve karşına ne çıksa beğenirsiniz, ABD'de kıdemli bir Ermeni tarihçisi Richard Hovannisian (California Üniversitesi), yayını basan üniersiteyi Başkan Bush'a şikayet eden bir protesto yazısı kaleme aldı.

Fransa'da gerçeği haykırmaya hazırım...

Bu arada aklıma gelmişken, Hovannisian'ın Bağımsız Ermenistan Tarihi isimli eserinin son iki cildi iyi kaleme alınmış ve tarafsız -bazı açılardan klasik bir tarihi yazı bile denebilir (daha önce yazılan iki cilt aynı sınıfta değildi).

Şimdi, ortada yanlış olan bir şey var. Doğru olduğuna inanıyorsan, o zaman kanıtın bizzat kendisinin konuşmasına izin vereceksin ve muhalefetle karşılaşırsan şu ya da bu şekilde argümanın kazanmasını umut edeceksin. Karşı sesleri susturma çabaları, konferansları boykot etmeler, Justin McCarthy'e yapıldığı gibi, kabadayılık etmek ya da yabancı politikacıları manipüle etmek -bunların tümü Ermenilerin kendilerinin davalarının çok güçlü bir konumda olmaktan uzak olduğunu bildiklerini gösterir. Her halükarda, bu lalettayin şey Ermenistan için bir yarar sağlamaz. Türkiye'nin doğusuna ve Kars'a giderseniz, sınırdan karşıdaki Ermenistan'a bir bakın. Ülke çok fakir ve Türkiye ile ticaret başlamazsa öyle kalmaya devam edecek. Tek endüstri, Moskova ve Bağımsız Cumhuriyetlerin verdiği vizeler sayesindedir (ya da Türkiye'de yaşayan 100 bin eski Sovyet Ermeni'sidir). Ermenistan, diaspora parasının sırtından geçiniyor (ve Amerikan fast food yerlerinin yaygınlaşması şimdi halkın daha fazla obez olması anlamına geliyor). Sovyet döneminde Ermenistan'ın nüfusu 3 milyona yaklaşıyordu. Daha sonra bağımsız oldular ve Karabağ savaşı patlak verdi. Nüfus gittikçe azalıyor ve şu an bir buçuk milyonun üzerinde değil. Absürd olansa bağımsızlığın Ermenilerin, 1915'te yok olduğunu varsaydıkları nüfustan iki kat fazlasını kaybetmesine neden olduğudur. Diğer bir deyişle, tüm samimiyetimle söylüyorum ki bu saçma işin özünde bir hastalık var.

Türkiye ne yapmalı? Eğer Fransız yasası onaylanırsa, o zaman Türkler eyleme geçmek için hazır olmalı aksi takdirde tazminat için devasa rakamlar ödeme riski ile karşı karşıya kalacaktır. Örgütlenmek gerekmektedir. Ben gönüllü olarak Fransa'da sıkıntı çıkarabilirim: Halka açık bir konferans vermek ve tüm "Ermeni soykırımı" tezi içinde neyin yanlış olduğuna işaret etmek benim için çok kolay olurdu -aslında sadece Veinstein'in makalesini de okuyabilirim (ya da o dönemin önde gelen ismi Alman General Bronsart von Schellendorf'un makalesini). Fransız hükümeti muhtemelen bir süre için beni cezaevine koymak için yeteri kadar sıyırmış olacaktır (aslında bu suçu, çok sayıda Afrikalının köle ticaretine dahil edildiğine işaret etmek olan ve bazı kölelerin bu ticaretin kendilerini yamyamlıktan koruduğu için götürülmeye gönüllü olduğunu yazdığı için cezalandırılan saygın bir Fransız tarihçiye de yapılmıştı). Ancak birisinin çıkıp da, parlamentonun yetkisinin saçma bir şekilde suistimal edilmesine ve neredeyse yüz yıl önce ve iki bin kilometre uzaktaki ve dilini bugün sadece çok az sayıda insanın konuşabildiği bir ülkedeki bir olay hakkında tarihçilere ne söylemeleri gerektiğini dikte eden bir parlamentoya karşı bir duruş benimsemesi gerekmektedir.