04 Temmuz 2007

Protestocular Haklıymış!

Fakirler Kaybediyor...
En zengin 25 Türkün servetinin, milli gelirin yaklaşık %10'una karşılık gelmesi 'gelir dağılımı' konusunu bir kez daha gündeme getirdi.

Gelir dağılımı iki şekilde hesaplanabilir: gelirin fonksiyonel dağılımı (yani gelirin sınıflar arası bölüşümü) ve gelirin nüfusun yüzdelik dilimleri arasında dağılımı (istatistiksel dağılım). Maalesef Türkiye'de gelir dağılımı konusunda, bu konuda çalışmanın zorluğundan olsa gerek son yirmi yılda yapılmış ciddi bir çalışma yok.

Bugün gelir dağılımının uluslararası boyutunu, küresel gelir dağılımı konusunu yazmak istiyorum.

Uluslararası bir think tank kuruluşuna Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler verilerini kullanarak 'Küresel Gelir Dağılımı' ile ilgili bir rapor hazırladım. Rapor, küreselleşmenin başlangıcı için milat olarak alınan 1980 yılların ortasından 1985'ten başlıyor analize. Detaylara geçmeden son söylemem gerekeni ilk başta söyleyeyim, küreselleşme ile birlikte fakirler kaybediyor. Zengin ülkeler daha çok zenginleşirken, fakirler daha çok fakirleşiyor.

Çalışma 108 ülkeyi kapsıyor. Ülkeler; zengin, üst orta, orta, alt orta ve fakir olarak 5 gelir kategorisine ayrıldı. Çalışmanın sonunda ortaya çıkan rapordan bazı çarpıcı sonuçları şöyle özetleyebilirim.

1.
1985-2005 döneminde zengin ülkelerin gelirlerinde mutlak bir artış söz konusu. Bu ülkelerin dünyanın toplam gelirlerinden aldıkları pay %38'den 47'ye yükselmiş durumda.
2.
Yine aynı dönemde fakir ülkeler grubu, dünya gelirlerinden elde ettikleri payın %11'lik bölümünü kaybetmişler. Payları %23'den %12'ye gerilemiş. Farklı bir söylemle bu ülkeler gelirlerinin yarısını kaybetmişler.
3.
Alt orta gelir grubundan da üst orta gelir grubuna bir gelir transferi söz konusu
4.
Orta gelirli ülkelerin küresel gelir içindeki payları aynı kalmış.
5.
Türkiye, küreselleşmeden olumlu etkilenmiş ve payını %1.2 nispetinde artırmış.
6.
Dünya toplam gelir seviyesi ve ticaret hacmi beklendiği şekilde artmış.

Bu istatistiksel sonuçların yorumlarına gelirsek, her şeyden önce Davos'ta alternatif form düzenleyenlerin, G-8 karşıtı gösteri yapan grupların, küreselleşme muhaliflerinin öngörüleri doğru çıkmış durumda. Küreselleşme her ne kadar dünyada refah seviyesini artırsa da paylaşım adil olmamış. Artan gelir ve refah seviyesi eşit dağılmamış. Zengin daha zengin, fakir daha fakir konumuna gelmiş.

Ülkelerin arasında çok keskin çizgilerle bir fay hattı çekilemese de, bir ayırım söz konusu Zenginler (kuzey ülkeleri) ve fakirler (güney ülkeleri).

Küreselleşme taraftarı 'iyimser' ekonomistler ve 'fütüristler', dünyanın global bir köy haline gelmesi ile birlikte ülkeler arasındaki uçurumların kapanacağını öngörmüşlerdi. Üstelik teknolojinin ülkeler arasında transfer hızının eskiyle mukayese edilemeyecek kadar artması ile birlikte bu farkın kapanacağını anlatmışlardı. İlaveten, küreselleşmeyi bir trene benzeterek, herkesin bu trende olduğunu, tüm dünyanın aynı trende bulunduğunu ve lokomotifin hızının tüm vagonları aynı yönde ve aynı hızda çekeceği de anlatmışlardı.

Fakat, bir çeşit röntgen filme gibi olan çalışmamız bu uçurumun fakirler aleyhine daha çok açıldığını gösteriyor. Tüm iyimser tahminlerin bu 'gök kubbede ancak hoş bir seda' olarak kaldığını ortaya çıkarıyor.

Ekonomik doktrin farklılığı ve siyaset görüş ayrılıklarıyla olmasa da dünyanın yine iki kutuplu olduğu ortaya çıkıyor, Kuzey ve Güney.

Çalışmanın bir diğer çarpıcı sonucu ticaretin yapısı ile ilgili. İktisat teorilerinin öğrettiği, uluslararası kurumların (Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü vb) az gelişmiş ülkelere önerdiği ihtisaslaşmadan çok 'ihtisaslaşmama' ticarette avantaj yaratıyor. Bizlere propagandası yapıldığı şekilde ülkelerin değişik sanayi dallarında ihtisaslaşmadığı, sektörler arası ticaret yapılmadığı ortaya çıkıyor. Yani buğday satan ülkenin otomobil aldığı, demir-çelik satan ülkenin pamuk aldığı bir dünya söz konusu değil. Aksine mal çeşitliliği ticarete hakim. Aynı ülke, aynı kategoriye giren maldan hem alıyor hem satıyor (örnek olarak Türkiye'nin hem demir-çelik ihracatçısı hem ithalatçısı olması gibi).

Bir diğer önemli bulgu, 1990-1995 arası dünya gelir dağılımında ki bozulmanın artış hızı. Bu durum özellikle eski demir perde ülkelerinde ki sistem ve yönetim değişikliklerinin, bu ülkelerden batıya önemli bir gelir (para) transferinin yapıldığına işaret ediyor.

Türkiye için AB veya benzeri bir ekonomik işbirliğinin önemini vurgulayan bir diğer sonuç ise, ekonomik entegrasyona giden ülkelerin küreselleşmeden karlı çıkmaları. Dünyanın bloklar arasında (blok içerisinde ticaretin serbestleşiği, gümrük duvarları ve vergilerin sıfırlandığı) ticaretin yapıldığı bir yapıya doğru gittiğini görülüyor.

Evet küreselleşme bir süreç, kaçınılmaz bir süreç. Ama bu sürecin bir kuzey – güney kutuplaşmasını yaratıp yaratmayacağı bir soru işareti. Huntington'ın meşhur medeniyetler çatışmasından önce bir gelir dağılımı çatışmasının olmasını beklemek hayal olmayabilir. Latin Amerika'da mevcut olan küreselleşme karşıtlığının, dünyanın diğer kaybeden ülkelerine sıçraması da beklenilebilir. Başka bir deyişle, yönetilemez- tahmin edilemez ülkelerin sayılarının hızla artması beklenebilir.

'America : an obstacle to global stabilisation' isimli kitabıyla ABD'yi dünya politik arenasından çok dünya ekonomisinde bir tehdit olarak gören K. Hudson gibi araştırmacıların öncülük ettiği 'yeni ekonomiciler', küreselleşmenin 'yeni düzenine' bayrak açtılar bile.

Bu çalışmalara en son örnek Antoni Juhasz'ın Bush'un dünya ile ilgili ajandasını incelediği 'Bush Agenda : Invading the world, one economy at a time' verilebilir.

Önümüzdeki dönem, dünyanın 'küresel' ekonomik yapısının daha çok sorgulandığını, Bechtel, Lockheed Martin, Chevron-Texaco, Halliburtin gibi firmalar için başlarının ağrıyacağı bir sürecin başlangıcı olabilir.

Bu noktada yine çalışmamızdan çıkan bir diğer sonucu bir dilemmaya işaret edelim. Az gelişmiş – fakir ülkelerin kurtulmaları büyümelerine bağlı. Daha çok üretecekler, daha çok satacaklar, daha zengin olmaya çalışacaklar. Bu gelişmeyi kendi kıt kaynakları ile yapamayacaklarına göre ihtiyaç duydukları şey 'yabancı sermaye – dış borç' olacak. Yabancı sermaye yatırımlarının yarattığı gelirin ne kadarının bu ülkelerde kalacağı ise önemli bir soru işareti. Büyüyecekler, borçlanacaklar, büyüyecekler ve yine borçlanacaklar. Büyüdükçe fakirleşecekler. Singer'in 'fakirleştiren büyüme teorisine' ne kadar da benziyor değil mi?

Sonuç olarak, küreşeleşme beklendiği şekilde dünyayı daha zengin hale getirmiş ama asla daha adil değil. Alttakiler ve üsttekiler, zenginler ve fakirler sözkonusu yine... Hem de daha keskin hatlı bir ayrışma sözkonusu.