13 Ekim 2007

Fakirleştiren özgürlük

Fakirleştiren büyüme – fakirleştiren özgürlük

İktisatla haşır neşir olanların, büyüme teorilerine azda olsa bulaşanların bildikleri bir terim ‘fakirleştiren büyüme’… Büyürsünüz (daha çok üretirsiniz) ama dünyaya sattığınız ve diğer ülkeleden aldığınız malların değiş tokuşunda geçerli olan ticaret hadleri sizin aleyhinize gelişir, neticede ‘mutlak’ olarak kaybedersiniz, fakirleşirsiniz.

Benzeri bir terimi uluslararası politikada geliştirmek ve kullanmak mümkün…
Malum, 11 Eylül sonrası yeniden şekillenen dünya reel politiğinde, haksız ve adaletsiz işgaller için en çok uygulanan ifadeler ‘uluslararası terörle mücadele’ ve baskı altındaki ülkelerin ‘özgürleşirilmesi’dir.

İşte bu yazı fakirleştiren özgürlük üzerinedir, işgallerin aslında denildiği şekilde refah getirmediği, bahse konu ülkeler için yıkım olduğunu anlatmayı amaçlıyor…

Afganistan örneği…

11 Eylül ile birlikte başlayan savaş ve korku kültürü iklimi devam ediyor. ABD, Afganistan ve Irak’tan sonra İran, Venzüella ve Kuzey Kore’yi tehdit ediyor. Başka bir ifade ile insanlığa karşı işlenen suçlara yenileri eklenmek üzere…

Afganistan, Hazar enerji kaynaklarının alternatif hatlarından en önemlisi. Bu ülkeye karşı kalkışılan ‘özgürleştirme’ operasyonunun arkasında ‘saha temizleme’ amacı olduğu genel kabul gören bir varsayım.

Fakirleştiren büyümeyi anlamak için Afganisatan’a bakalım, işgal sonrasından bugüne ülkenin geldiği noktayı inceleyelim.

İşgalin Afganistan’da yaptığı yıkım

Afganistan, ABD’nin özgürlük ihracı politikasının ilk ayağı ve işgalden bu güne kadar geçen süre ‘fakirleştiren büyümenin’ faturasını açıkça ortaya koyuyor:

- Nüfusun yarısı işsiz ve yakın gelecekte istihdam ile ilgili olumlu bir beklenti yok.
- 2006 yılında (işgalden bu yana gerçekleşen en önemli büyüme oranına rağmen) nüfusun yarısı yıllık 200 $’dan daha az kazanıyor.
- Nüfusun dörtte biri açlık seviyesinde yaşıyor. Her yıl gıda yardımı yapılmadan hayatta kalması mümkün olmayan insanlara yeni onbinler ekleniyor.
- İşgalden bu yana sürekli düşen ortalama yaşam süresi (işgalden önce ortalama 56 yıl idi) 2006’da 44,5 yıla düşmüş durumda.
- 2006 sonunda, bebek ölüm oranı dünyada binde 161 ile en üst seviyede gerçekleşti.
- Bebeklerin beşte biri, 5 yaşından önce ölüyor.
- Her otuz dakikada bir Afganlı kadın doğum esnasında ölüyor.
- Sadece Kabil’de tahminlere göre 500.000 insanın evsiz olduğu, bunların evlerinin tamamına yakının savaş ve işgal döneminde yaşanan çatışma ve bombalamalarda yıkıldığı bir gerçek.
- Nüfusun sadece dörtte biri temiz ve sağlıklı suya erişebiliyor /kullanabiliyor.
- 6000 kişiye bir doktor, 2500 kişiye bir hemşire düşüyor.
- Her ay 100’den fazla sivil patlamamış mühimmatın verdiği hasarla ölüyor.
- Ülkede çocuklar ‘serbest pazarın’ gereği olarak, kaçırılıyor, köle olarak satılıyor, organ tacirlerine kurban gidiyor.
- Ülkede düzenli olarak nüfusun sadece %6’sı elektrik kullanabiliyor.
- Kadın okuma oranı %19 ve bu oran işgal öncesine göre hiçbir iyileşme göstermedi.
- Sadece Kabil’de (pek çoğu kadın olan) 250.000 dilenci olduğu tahmin ediliyor.
- Uluslararası medyaya yansıyan resimlerin tam aksine eğitimin durumu içler acısı. İşgal döneminde yanan okullar hala kapalı. Açık olan okullarda, 2006 yılında, öğretmenlerin işgalci askerler tarafından öğrencilerin gözü önünde dövüldüğü 426 vaka kayıtlara geçmiş durumda.
- Sağlık, eğitim ve diğer kamu hizmetlei çökmüş durumda. İyileşme lafları propaganda seviyesinden öteye geçmemiş.
- Irak’ta olduğu gibi, işgal kuvvetleri, işkence, kötü muamale, sınırsız süreli gözaltı vb insanlık dışı uygulamalara devam ediyorlar.
- Askeri işgalin işbaşına getirdiği devlet başkanı Karzai tam bir kukla ve kurulduğu söylenen demokrasi ise bir fantezi. Kurulduğu söylenen sistem, ABD’nin ülkede daha rahat etmesini sağlayacak şekilde inşa edilmiş.
- Kanun dışılık sadece işal kuvvetlerince uygulanmıyor. Afgan asker ve polisleri, çeteleşen eski askerler tam bir kargaşa ortamı doğmasına yol açıyor. ABD’nin ‘güya’ kurduğu ‘özgür Afganistan’ hala, aslının şeriat olduğu söylenen bir çeşit ‘baskıcı’ sistemle yönetiliyor, (belki ABD’nin de istediği şekilde) yeniden oluşturulan adli sisteme inat gayri resmi ‘kadılık sistemi’ hala geçerli.

Buraya kadar anlatılanlar kısmi bir resim, özgürleşen, zorla özgürleştirilen bir ülkenin düştüğü halin resmi… Görünürde özgürleşen bir ülkenin, görünmezde jeo-politiğinin mahkûm ettiği bir ülkenin işgal sonrası düştüğü durum…

Fakirleştiren özgürlük bu…

09 Ekim 2007

Merve Soruyor...

Kanları yerde kalmayacak öyle mi?

Bir avuç çapulcuya gereken dersi vereceksiniz öyle mi?

Bırakın artık bu safsataları… Bırakalım bu safsataları…

Şehitlerin de, gözü yaşlı yakınlarının da yaralarına tuz dökmekten beter bu sözler… PKK’nın kurşunlarından daha beter…

Konuşmak, lüzumsuz laf üretmek ve düşmanı kendimize güldürmekten başka yapılacaklar var. Öncelikle, dün, kahpelerin kahpe mayınlarıyla şehit olan babasını son yolculuğuna uğurlayan Merve’nin gözyaşlarını dindirin. Öncelikle Merve’nin ‘ne istediniz babamdan’ sorusuna cevap verin.

Kimse kaçmasın, kimse yere bakmasın. Bu sorunun muhatabı ne sadece PKK ve onun TBMM çatısı altındaki kalleş uzantılarıdır ne de bu hainlere kucak açan K. Iraklı aşiretlerdir.

Bu sorunun muhatabı aynı zamanda, Merve’nin babasını şehit eden saldırının arkasında ‘bilerek veya bilmeyerek’ duran, destek sağlayan Türkiye Cumhuriyeti’dir.

Artık sağır sultan bile biliyor ki, bu hainlerin sığındıkları aşiretleri siz besliyorsunuz. K. Irak’ı siz imar ediyor, elekriğinden suyuna kadar siz temin ediyorsunuz.

Habur’da bizden aldıkları gümrük vergileri ile haraçlarla besleniyor bu hainler…

Daha acısı, daha çok acıtanı, teröriste lojistik desteği sağlayan da biziz.

Kalleşlerin Mahmur’dan sınırımıza yürüyerek gelmediğini, araçlarla intikal ettiklerini bilmeyen var mı içimizde? Peki, o araçların yakıtı, benzini-mazotu kimin malı, hangi ülkenin rafinerilerinde üretiliyor sanıyorsunuz?

Bugün gelinen nokta ‘birilerinin’ eseri, önce bunu kabul edelim ve soralım: hadi ‘siyasi nedenlerle’ seçim öncesi karar alamadığınız ve engellediğiniz sınır ötesi operasyona ‘ABD istemiyor’ kılıfını buldunuz, peki K. Irak’a (dolayısı ile PKK’ya) ambargo için neden beklediniz, neden beklersiniz?

Sizin sağladığınız yakıt ile Türkiye sınırına mobilize olan, sizin lojistik destek verdiğiniz hainlerin kıydığı canlar yüreğinizi yakmıyor mu gerçekten?

Seçimse kazandınız, Cumhurbaşkanı ise seçtirdiniz… Ne kaldı geriye, hangi ikbal endişesidir sizin elinizi kolunuzu bağlayan?

Nedir sahi Merve’nin sorusunun cevabı?

Neden kıydınız babasına yavrucağın, değdi mi?