04 Temmuz 2007

Cezayir-i Seba Sendromu

Pek bilinmez ama Yunan isyanının hemen öncesinde Osmanlıların kurduğu bir otonom devletin ismi Cezayir-i Seba. Hayır, Cezayir’de değil, bugünkü Yunanistan’ın batısında, İyon Denizinde Osmanlıların önayak olmasıyla kuruldu bu devlet.

Dördü büyük yedi adadan teşekkül eden Cezayir-i Seba tarihte Osmanlının yaptığı hatalardan birisidir. Bu otonom devlet Osmanlı – Rus ittifakı ile oluşur. Devlet Rusya’nın vesayeti altındadır. Tüm yönetici kadrosu yerel halktan, Rumlardan teşekkül etmiştir.

Hata bunun neresinde derseniz, Doğu Roma’nın yıkılmasından sonra devlet olma vasfını kaybeden Rumlar ilk kez Cezayir-i Seba ile yeniden özgüvenlerini kazanmışlar, yeniden bir devlet olabileceklerini anlamışlardır. Üstelik o dönemde milliyetçilik Avrupa’da yükselmektedir ve bu konjonktürün Balkanlarda ki etkisi ‘kompartıman milliyetçiliği’ olacaktır.

Bu hata sonucu Cezayir-i Seba’da teşkilatlanan Yunanlı çeteler Avrupa’dan temin ettikleri silahlar ve mühimmatla Mora Yarımadasına geçerler ve Yunan isyanı başlar. Bizimde aynen Yunanlılar gibi unutup tarihin sayfaları arasına gömdüğümüz kanlı Mora isyanı...

Bu hatanın bugüne projeksiyonu bize Kuzey Irak konusunda çok önemli ipuçları vermektedir. Özellikle Türkiye’de sesli veya sessiz düşünülmeye başlayan ‘Kürtlerin bir devletinin olmasının ne zararı var’ sorusu ile birlikte bir kat daha önem kazanarak...

PKK konusunda geldiğimiz noktada önemli bir politika değişikliği gözlemlenmektedir. İmralı’da ikamet eden kanlı örgütün kanlı lideri fiilen önemini yitirmiştir. Öcalan’ın ölmesini belki şu anda en çok Türkiye’nin ayrılıkçı Kürtleri istemektedir.

Türkiye’de ki ayrılıkçılar kendilerine istikamet olarak Kuzey Irak’ı ve buranın yönetiminde söz sahibi olan Barzani ve Talabani’yi almışlardır. Bu iki aşiret lideri artık Türkiye’deki ayrılıkçıların fiili lideridir. Nevruzda Leyla Zana’nın sarf ettiği sözler bu bakımdan önemlidir.

Türkiye’nin, Kuzey Irak’ta kurulacak bağımsız bir Kürt devletine izin vermesi, kendilerini hem akrabalık bağları ile hem de ‘ideolojik’ olarak Barzani-Talabani’ye yönelten Türkiye ayrılıkçılarına önemli bir koz verecektir. En önemlisi aynen Yunan isyanı öncesi kurulan Cezayir-i Seba vakasında olduğu gibi bir özgüven aşılayacaktır.

‘Kürdistan Matruşkası’ isimli yazımda anlattığım gibi, Kuzey Irak’ta ki Kürt devleti şu an için tabir caizse de facto’dur. Bu oluşuma Türkiye (bilmeden ve istemeden de olsa) pasif politika izleyerek destek vermektedir. Kuzey Irak’ın coğrafik yapısı ve ABD’nin Türkiye’nin müdahalesine soğuk bakması sonucu eli kolu bağlı bir Türkiye söz konusudur.

Açıkçası bölgede tam anlamıyla ‘game theory’nin tüm kurallarının uygulandığı bir ‘oyun’ söz konusudur. Maalesef bu oyunda Barzani-Talabani ittifakı belirleyici aktör durumundadır. İnisiyatif tamamen bu ittifaka kaptırılmıştır. İzleyen ve ittifakın hamlelerine cevap verme durumunda kalan Türkiye’nin acilen aktif aktör durumuna geçmesi gerekmektedir.

Benim bölgede ki temaslarımdan yaptığım çıkarıma göre Türkiye’nin askeri müdahale kartı, en son oynanması gereken konudur.

Bir acil hareket planına ihtiyaç vardır ve bu plan ana hatları ile aşağıdaki maddeleri kapsamalıdır.

* Türkmen kartı: Bu konuda yeni bir aksiyon planı gereklidir. İlk etapta Federal Irak içerisinde federe bir Türkmen devleti fikri ivedilikle gündeme taşınmalıdır. Bu konu başarılması itibariyle çok zor hatta imkansız olsa bile, Türkiye’nin muhtelif müzakerelerinde elinde bir koz olabilir.

* Türkmen ittifakı: Maalesef Türkmen gruplar bölünmüş, parçalanmış vaziyettedir. Türkiye, Türkmenlerin geçici dahi olsa bu sıkıntılı dönemde bir birlik etrafında toplanmasına önayak olmalıdır.

* Kuzey Irak’ta ki Kürt devleti oluşumunun önündeki en büyük engel ‘coğrafi sıkıştırılmışlıktır’. Türkiye acilen ‘ambargo’ dahil tüm ticari ve ekonomik seçenekleri masaya yatırmalıdır. Bu kapsamda ‘Habur’ kapısı yeniden ele alınmalı, gerekirse kapatılmalıdır.

* Kürt oluşumunun ticari lojistik dışında bir diğer handikapı ‘su’ problemidir. Türkiye, Kürt devletini önlemede ‘suyu’ bir politika aracı olarak kullanmaktan çekinmemelidir.

* Müteahhitlik hizmetleri: Yeni devletin inşası bizzat (ve ne gariptir ki) Türkiyeli firmalar tarafından sağlanmaktır. Yıllık yaklaşık (sadece Kuzey Irak düşünüldüğünde) 300 Milyon USD’lik bir gelire Türkiye’nin ihtiyacı olmadığı gibi, Kuzey Irak’ta Türk firmalarının faaliyetlerinin engellenmesi sonucu müteahhitlik firmalarının kar kaybı olan bir milyar USD’lik tutarın tazmini de zor değildir.

Bu stratejik politika unsurları kısmi olup, ‘oyun’ ilerledikçe yeniden şekillenebilir. Yukarıdaki öneriler sadece acilen uygulanması gereken ‘kısa dönem politika araçlarıdır’.

Evet, herkes biliyor ki Orta Doğu dikensiz gül bahçesi değildir. Bu sebeple, yazması kolay uygulaması zor bu araçların. Fakat ortada ulusal birliğe bir tehdit söz konusu olunca kimsenin ayak diretmesi, zorlukları bahane olarak sunması mümkün değildir.

Üstelik kurulması zor olan ‘ulusal devletin’ haliyle ‘korunması da’ zor olacaktır. Yeter ki tarihten gerekli dersleri çıkaralım, yeni bir Cezayir-i Seba yaratmayalım.