08 Mayıs 2007

TERÖR VE KORKU KÜLTÜRÜ

Korku Kültürü

Terörle savaşın Amerika’da bir korku kültürü yarattığı kesin. Bunu en son kampus baskını sonrası yaşanan güvenlik kâbusu yeniden gösterdi.

Sebep malum, 11 Eylül ile zirve yapan terör paniği, ABD demokrasisini, psikolojisini ve bu ülkenin dünyaya bakışını yeniden şekillendirdi.

Amerikan medyası ve kamuoyu oluşturan kesimler, ABD’nin terörle mücadele yeteneğini çok alt seviyelerde gösterirken, Amerikan düşmanı olarak lanse edilen örgütlerin/ülkelerin güçlerini abartmaktadırlar. Terörizm büyük bir kâbus olarak Amerikan kamuoyuna yansıtılmakta, muhtemelen haritada Afganistan veya İran’ın yerini gösteremeyecek bilgi seviyesine sahip ortalama Amerikalılar üzerinde yaratılan bu baskı, hem ABD uluslar arası politikalarının desteklenmesini sağlamakta hem de yerel politika değişikliklerini kolaylaştırmaktadır.

ABD’de gelişen korku kültürü; demagojik politikacıların, kendi (ve parti) çıkarları için kamuoyunu yönlendirmesini kolaylaştırmaktadır. Örneğin Irak savaşı, 11 Eylül gerçekleşmemiş olsa veya kitle imha silahları ile ilgili yanlış ve yanlı istihbarat raporları hazırlanmamış olsa hiçbir zaman Kongre’den olur alamayabilirdi. Yine aynı şekilde George W. Bush’un 2004’te ikinci bir dönem için Başkan seçilmesi, büyük oranda ‘dere geçilirken at değiştirilmez’ (ABD’deki deyimi kullanırsak ‘savaşan bir millet komutanını değiştirmez’) psikolojisi ile başarıldı.

Yaratılan savaş ve korku kültürü kamuoyunun kolaylıkla yönlendirilmesini, kandırılmasını sağlamakta। Psikolojik savaş yürüten ABD’li yeni muhafazakârlar, belki Irak savaşını kaybettiler fakat dehşet filmlerini aratmayan senaryoları ile koskoca bir toplumu terörize etmeyi başardılar.

Terörle savaş kültürü için ABD yönetiminin kullandığı en önemli argümanlardan birisi, ABD’nin 20. yüzyılda benzeri savaşları kendi bekası ve demokrasi için yaptığıdır. Yönetim (Nazi Almanya’sı ile Stalin’in SSCB’sinin Al Kaide ile hiçbir benzerliğinin olmadığını bile bile), Naziler ve Stalin’e karşı yürütülen savaşın bir benzeri için halk desteği istemektedirler.

Yeni Senaryolar

Şu anda, ABD yönetiminin mutfağında, İran için hazırlanan menüde de bu tür politika hikayelerinin ve korku senaryolarının bulunduğunu iyi bilelim (Yönetime yakınlığı ile bilinen Orta Doğu uzmanı Michael Rubin, önümüzdeki seçimleri kazanmaları durumunda Cumhuriyetçi muhafazakârların bu senaryo geliştirme çabalarını Irak ve Afganistan’dan sonra İran ve hatta Pakistan için geliştireceklerinden emin olduğunu belirtiyor).

Son kampus baskını sonrası yaşananlar ise stratejik politikaların negatif yan etkilerinin mutlaka olduğunu gösteriyor. Oynanan oyun ve yaratılan korku kültürü, alkolün şişede durmaması gibi, evdeki hesabın çarşıya uymaması gibi ABD kamuoyunda hiç beklenmeyen gelişmelere yol açmış bulunuyor. Her şeyden önce, muhafazakarların korku kültürü, kendi yaşam tarzını oluşturmaya başlıyor, ABD halkında inanılmaz bir güven kaybına yol açarken, kamuoyu demoralize oluyor.

ABD, tarihinde hiç olmadığı kadar güvensizlik hissini taşırken, açıkçası, Pearl Harbor baskınına misillemede bulunan ülkenin psikolojisinden, soğuk savaşı yürütürken uyguladığı sakin ve kararlı havadan uzak durumda. Soğuk savaş döneminde, patlayabilecek bir nükleer savaşın 100 milyon Amerikalıyı öldürme ihtimalini bilen kamuoyunun duyduğu kendine güven, sakinlik ve kararlılığın yerini bölünmüş, gelecekten güvensiz, kendini emniyette hissetmeyen bir toplum almış durumda. Kampus katliamının arkasında İslami Terör veya Uluslar arası bağlantı arayan zihniyet işte budur. Aynı şekilde saldırının akabinde onlarca üniversitede yaşanan panik bu güvensizliğin belirtisidir. Kamuoyu, 11 Eylül benzeri, belki daha büyük bir terör saldırısının her an ABD’yi vurabileceği endişesi taşımaktadır (bu korku kültürü ‘1984’ün kahramanlarının yaşadığı atmosferi’ ne çok benziyor değil mi?).


Amerika Bu Noktaya Nasıl Geldi?

ABD bu noktaya uluslararası terör konusunda 6 yıllık yoğun bir beyin yıkama operasyonu sonucu gelmiştir. Terörden etkilenen (Türkiye, İngiltere, ispanya, Almanya, Japonya, Mısır vb) ülkelerin gösterdiği sakinlik ve kararlı hareket tarzı ABD yönetiminde ve kamuoyunda gelişmemiştir. Başkan Bush, Kongrede yaptığı en son konuşmasında yine Al Kaide’nin ABD’ye karşı gerçekleştirebileceği okyanus ötesi saldırılara karşı uyanık olunmasını istemiş, terörle mücadelenin devam etmesi gerektiğini anlatmıştır.

ABD’yi bilenler için, bu (korku ve panik yaratma) oyunun yönetimle sınırlı olmadığı aşikârdır. Savaşın şirketleri (http://onpunto.com/ShowBlog2.aspx?Web=thenewport&CId=42949), silah şirketleri, güvenlik şirketleri, medya, Hollywood ve eğlence sektörü bu momentumun yaratılmasında katkıda bulunmaktadırlar.

Terör girişimcileri olarak adlandırdığım bu kesimin uzmanlarının varlığı ancak bu savaşa bağlı olduğu için, bu kesimlerin tüm aktiviteleri terör korkusunu canlı tutmak üzerinedir. Bu kesimin asli görevi, kamuoyunun yeni terör saldırıları geleceği konusunda inandırılmasıdır. Terör korkusu primlerini artıracak, varlıkları perçinlenecektir.


Paranoyanın Derecesi

Paranoyanın derecesini göstermek için, ABD Savunma Bakanlığı ve Kongrenin, ABD’de terör saldırılarında potansiyel hedef olduğunu iddia ettikleri sahaların yıllar içerisindeki gelişimini vermek istiyorum. 2003 yılında Kongre 160 bölgeyi teröristlerin hedefi olarak belirlemiştir. Savaş lobicilerinin artan etkisi ile 2004 yılında bu sayı 1900’e, takip eden yıl 24.000’e ve 2005 yılında 78.000’e çıkmıştır. Uluslararası terörün potansiyel hedefi olarak tespit edilen sahalara ait ABD Milli Veritabanında 2006 yılı sonunda 300.000 yerleşim bölgesi/bina yer almaktadır.

Bu dramatik artış kamuoyunun paranoid davranışlarının kâfi açıklaması olmaktadır. Son 6 yıl içerisinde ABD’ye seyahat etmişseniz, havaalanlarındaki kontrol saçmalıklarını, güvenlik komedilerine mutlaka şahit olmuşsunuzdur. Vize temini sürecinde başlayan bu absürtlükler kaldığınız otele değin size eşlik etmektedir.

ABD içerisinde eğer havayolu harici seyahat etmişseniz (misal otobanları kullanmış iseniz) büyük elektronik bilbordlarda ‘güvenlik endişesine karşı dayanışma’, ‘şüpheliyi ihbar et’ benzeri ilanlar gözünüze çarpacaktır.

Hele birde kablo TV'leri ve mahalli kanalları seyrederseniz, terör uzmanlarının, güvenlik uzmanlarının, savaş kışkırtıcılarının komik senaryoları ile karşılaşırsınız, yine bir an kendinizi ‘1984’ ortamında hissedersiniz. Konuşan sanki bir TV kanalı değil de telescreen’dir.

İnanması zor fakat bu danışman, uzman, güvenlikçi ordusu; tüm ABD halkının canına kastetmiş, cani ve vahşi Orta Doğuluların dehşetengiz teknik ve silahlarla her an ülkeye saldırabileceklerini anlatmaktadırlar. Belki Pakistan’ın yerini haritada gösteremeyecek sözde uzman savaş tacirleri bilinmeyen ama çok güçlü düşman profilleri ile korku kültürünü körüklemektedirler.

Zaten eğlence sektörünün korku sektörüne katkısını anlamak için ABD’ye gitmeye de gerek yoktur. Türkiye’deki televizyonlara ve sinemalara yansıyan dizi ve filmler, özellikle şeytani karakterlerle temsil edilen Araplar ve çoğunlukla dini ırkçılık özelikleri taşıyan senaryoları ile korku kültürünü en ücra yerlere kadar taşımaktadırlar. ABD’’de yaşanan paranoyanın tezahürü de işte İslam fobisidir.

Bu koşullarda ABD kamuoyunun bu yaklaşımını Nazilerin anti-semitizm politikalarına benzetebiliriz. Bu benzetme özellikle ABD üniversitelerinde okuyan Orta Doğulu öğrenciler için geçerlidir. Üniversitelerin ‘beyaz-Amerikan-Hıristiyan’ kulüpleri, Orta Doğulu öğrencilere karşı örgütlenmekte, tacizlerde bulunmaktadır.

Sosyal ayrımcılık had safhadadır. Özellikle medeni hukuk kapsamında değerlendirilebilecek pek çok sahada, Arap Amerikanlara ve Orta Doğu kökenlilere karşı yapılan haksızlık, ABD’yi uluslararası sahada hemen hemen en ırkçı ülke konumuna sokmaktadır. Namuslu bazı Amerikan aydınları gelinen durumda terör ve korku kültürünün İslam’a karşı faşizm diye nitelendirtebilecek bir seviyeye geldiğine işaret etmektedirler.

ABD’nin sessiz ama makul aydınları, terör savaşları ve Arap Amerikanlara karşı yürütülen ırkçı uygulamalardan, toplumun paranoyak davranış özellikleri sergilemesinden son derece rahatsızlık duymaktadırlar.

Korku kültürünün bu denli kök saldığı bir toplumda, önümüzdeki başkanlık seçiminde, Amerikalılara öz güven aşılayacak, ‘bu paranoyaya , bu histeriye dur’ diyecek olan adayın çok şanslı olacağını söylemek yanlış olmaz sanırım