07 Mayıs 2007

Bir Sarkozy Analizi

Fransa’dan Türkiye’ye mesaj

Fransa’daki başkanlık seçimleri, cumhurbaşkanının halkoyu ile seçilmesine ait anayasa değişikliğinin yapıldığı Türkiye’ye önemli mesajlar veriyor.

Sarkozy %53 oy alarak başkan seçildi. Royal’in oy oranı %47’de kaldı. Seçim sonuçlarının kesinleşmesinden sonra Fransa’daki azınlıklar, Arap asıllı Fransızlar ve özellikle Kuzey Afrikalı göçmenlerin mutsuz olduklarını söylemek zor değil. İki gündür Paris’in banliyölerindeki protesto gösterileri bu mutsuzluğun sonucu.

Artık Fransa’da azınlıklara ve yabancılara ikinci sınıf vatandaş gözüyle bakan bir başkan var…

Fransa’da ki iki turlu seçimin bizim açımızdan iki önemli sonucu var.

İlk mesaj, iki turlu seçimin getireceği cepheleşme

İlki, özellikle iki turlu seçimlerde cepheleşmenin gerçekleşme ihtimali. Aynen bugün, Fransa’da, sağ ve sol cepheleşmenin son on yılda olmadığı kadar keskinleşmesi gibi.

Türkiye’deki anayasa değişikliğinin getirdiği Cumhurbaşkanlığı Seçim Modeline, özü itibariyle Fransız Modeli diyebiliriz.

Sosyal konularda benzetmeler yaparak çıkarım yapmak zor olsa da, aynı modeli uygulayan Fransa sanki bize laboratuar şartları oluşturuyor. İlk turda her partinin kendi adayını desteklediği, ikinci turda ise partilerin en çok oyu alan adayların arkasında ideolojilerine göre kamplaştığı, cepheleştiği Fransa bize bu konuda yaşayacaklarımıza dair ipuçları veriyor.

Türkiye’de gerçekleşecek bir iki turlu seçiminde, Çağlayan’dakiler ve Çağlayan’da olanlara ‘buğz’ edenlerin arasında geçmesi beklenebilir.

İkinci mesaj, Türkiye’nin kültür farklılığı

Sarkozy’nin seçim propaganda faaliyetleri esnasında Türkiye-AB ilişkileri ile ilgili kullandığı terminoloji ve Sarkozy jargonunun arkasında yatanlar, bir süredir AB içinde yapılan tartışmaların özünü teşkil ediyor.

AB’nin geleceğini şekillendiren her toplantı, AB’nin anayasasının hazırlık çalışmaları, AB’nin temelini ekonomik birliğin mi yoksa kültür birliğinin mi oluşturacağı ikilemi-çatışması arasında geçti. Bu bakımdan Sarkozy’nin, Türkiye Asyalıdır, Avrupa kültürüne ait değildir sözü önemlidir.

Kilise’nin müdahalesi

AB’nin esasında bir ekonomik birlik olduğunu savunanların başında İngiltere geliyor. Bu bakımdan İngiltere Türkiye’ye en sıcak bakan ülke. AB’nin büyüklerinden Fransa ve Almanya ise ikinci grupta yer almakta, Türkiye’nin üyeliğine, çözülmesi gereken ekonomik ve sosyal problemlerinden çok, kültür farklılığı penceresinden bakmaktalar.

Vatikan, kesin bir şekilde, AB’nin Avrupalılık ve Hıristiyanlık temelinde oluşması ve gelişmesini savunmakta. Hatta Papa Benedikt, AB Anayasasına bu ifadenin aynen yazılmasını istemekte.

Türkiye-AB ilişkisinin geleceği

Türkiye’nin AB üyeliği, kültür temelli birlik fikrinin, AB içerisinde ağır basması nedeniyle zor gözüküyor.

Türkiye’nin verdiği tavizler, şimdiye kadar uyum çalışmalarında aldığı yolun AB’nin şövalyelerini tatmin etmesi mümkün değil.

Bu sebeple AB üyeliği konusunda Merkel’in söylediği, Türkiye’nin üyeliği için belki 50 yıl gerekli sözü konuyu çok güzel özetliyor.

Bizce de bu 50 yıl, belki daha uzun bir süre gereklidir. Bu süre Türkiye’nin çok yapacakları olduğu için değil, AB şövalyelerinin bilinçaltlarında Türklere karşı taşıdıkları önyargılar içindir.

Folklorunda, opera-bale eserlerinde, edebiyatında, siyasetçisinin sloganlarında ‘Türklerin Avrupalının düşmanı’ olduğu temaları olan bir birliğin, Türkiye’yi kabul edebilmesi ancak, ‘medenileşmesi’ ile ve bizi daha iyi anlayabilmesi ile mümkündür.

Yeniden Fransa…

Seçim sonuçları sonunda, sadece Türkiye-AB ilişkileri değil aynı zamanda uluslararası siyasette yeni açılımlar ve değişimler beklenebilir. Sarkozy’nin sözlerini hatırlarsak, ABD’nin ihtiyaç duyduğu her an ve her konuda yanında olacağı, Beyaz Saray’ın Orta Doğu ve Orta Asya politikalarında bir nebze rahatlık getirebilir.

Yine aynı şekilde, ‘İsrail’e desteğim koşulsuzdur’ sözü, Filistin’e hep sıcak bakan Fransa’nın pozisyon değişikliğidir. İsrail’in Orta Doğu denkleminde elini kuvvetlendirecektir.

Sarkozy, eğer kendi vatandaşı Afrikalılar ve Araplardan gelecek tepkileri göğüsleyebilirse, BM Güvenlik Konseyinde daha rahat manevra alanı olan bir ABD var olacak demektir.

Bu durum, muhtemeldir ki Güvenlik konseyi politikalarında Rusya ile Çin’i biraz daha yaklaştıracak, soğuk savaş dönemine benzer oturumların yaşanmasına yol açacaktır.

Sonuç

Fransa, iki turlu seçimin ve gerilen iç siyasetinin sonunda artık daha çok cepheleşmiştir. Fransa sokaklarındaki gerilim, 1960 ve 1970’lerin kutuplaşmış Fransa’sına benzemektedir. Seçimlerde Le Pen’in oylarını alan Sarkozy daha milliyetçi ve daha tutucu davranabilir.

Türkiye artık AB’ye her zaman olduğundan daha uzaktır. AB’nin kültür (din) birliği olduğunu savunanlar kuvvetlenmiştir.

Seçim sonucundan mutsuz olanlar; Royal ve sol bir yana (asıl kaybedenler) Arap asıllı Fransızlar, Fransa’da yaşayan Kuzey Afrikalı göçmenler ve Filistin’dir.

Kuşkusuz en mutlu kesim; Seçimi kazanan sağ cephe ve özellikle Fransa’nın aşırı sağcıları (Le Pen taraftarları) ile ABD ve İsrail’dir. Tabi birde Vatikan’ı unutmayalım…