21 Haziran 2007

Şaşı Bakan Devlet

Yanılmazlık, ideolojiler dâhil tüm inançların iddiası. İddia, söylemlerin emir olmasından kaynaklanıyor. Öğretiler tartışılamaz, hatta tartışma kelimesi bile tabu... Bizde, ideoloji ve inanç öğretilerinde ve özellikle 'devletin kendini koruma çabalarında' var yanılmazlık iddiası.

Demokrasimiz, büyütmeye ve yerleştirmeye çalıştığımız kapitalizm gibi ağır aksak ilerliyor. Aslında, demokrasi kapitalizmi ilerlettiği gibi devletinde ilerlemesini sağlayacaktı teoride. Olmadı, başaramadık ve hiç arzu edilmeyecek şekilde, toplumun gitgelleri ile şekillenen, yalpalayan bir devlet-demokrasi ilişkisi gelişmiş oldu.

Yanılmazlık iddiası

Yanılmazlık, ideolojiler dâhil tüm inançların iddiası. İddia, söylemlerin emir olmasından kaynaklanıyor. Öğretiler tartışılamaz, hatta tartışma kelimesi bile tabu... Bizde, ideoloji ve inanç öğretilerinde ve özellikle 'devletin kendini koruma çabalarında' var yanılmazlık iddiası.

Demokrasimiz, büyütmeye ve yerleştirmeye çalıştığımız kapitalizm gibi ağır aksak ilerliyor. Aslında, demokrasi kapitalizmi ilerlettiği gibi devletinde ilerlemesini sağlayacaktı teoride. Olmadı, başaramadık ve hiç arzu edilmeyecek şekilde, toplumun gitgelleri ile şekillenen, yalpalayan bir devlet-demokrasi ilişkisi gelişmiş oldu.

Modern devlet tanımında, devlet mekanizması, toplumun ve vatandaşın denetimi altında çalışır. Devlet, toplumun ilerlemesine bağlı olarak gelişen sosyal ve ekonomik konularla ilgilenir, ilgilenmelidir.

Toplumun gelişmesi beraberinde, bir sosyal ve ekonomik ilişkiler ürünü olan devletin, vatandaşlarının ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yasama-yürütme-yargı erklerini yönetmesine yol açar.

Tabiî ki bu teoridir, pratik ve teori taban tabana zıt gelişimler gösterir.

Devlete neden ihtiyaç var?

Bir önceki yazımızda, farklılıklardan ve 'yeknesak doğrunun' zorluğundan, imkânsızlığından bahsetmiştik. İşte devleti var eden de bu toplumsal farklılıklardır. Eğer ideolojilerin tartışılamaz öğretilerinin dedikleri olsa, homojen ve sınıfsız toplum yapısı gelişse (zaten Friedrich Engels'in öngörüsünde olduğu gibi) devlet yok olacak, daha başka bir ifade ile devlete ihtiyaç kalmayacaktı.

Daha net konuşalım; eğer tüm vatandaşlar aynı düşünce, duygu ve isteklere sahip olsalar, devlet kavramı yıkılacak, bu kuruma ihtiyaç duyulmayacaktı.

Demokrasinin devletin gelişimine katkısı bu önemli noktada ortaya çıkmaktadır. Demokrasi tabuları ortadan kaldırmakta, özgürleşen vatandaşlar farklılıklarını savunmakta ve sürdürmekte, örgütlenen gruplar kendi çıkarları için mücadele etmektedirler.

Öyleyse, bu durumda, ortada bir çelişki olup olmadığı sorusu sorulmalıdır. Türkiye örneğinden yola çıkarsak, gelişmemiş demokrasinin devleti zayıflatmasını, devlet kavramının yara almasını bekleyebiliriz. Oysa Türkiye, devletin bürokratik iktidarını tüm gücüyle sürdürdüğü ve bu yapının zayıflayacağına dair en küçük emarenin olmadığı bir vakadır.

Bu durum açıkçası bir çelişki değildir. Başta da söylemiştik, yaşanılan bir teori-pratik çatışmasıdır. Bu çatışma, (kapitalizmi kutsayan) modern devlet teorisinin en önemli açığıdır.

Kötürüm demokrasi – kötürüm devlet

Modern devlet bizde olduğu gibi bir çeşit ganimettir. Kapanın elinde kalmaktadır. Başka bir ifade ile devlet toplumun 'bir bölümü' tarafından ele geçirilmiş ve kendi çıkarları için kullanılmaktadır. Yani, bir siyasi parti veya bir elit grup (veya sermayedar) devletin kudret ve kuvvetini ele geçirmiştir.

Bu 'nahoş' gelişme, demokrasi ile devletin kudret seviyesi arasındaki ilişkiyi keser, devlet, toplumun değişimlerinden bağımsız olarak gücünü korur ve bu gücü kudreti elinde bulunduran hiziplere hizmet etmeye başlar.

Artık, devlet, antik çağlardaki devletten farksız hale gelir, gelmiştir. Silahlının (güçlünün) silahsız üzerinde kuşkusuz bir hâkimiyeti oluşmuştur.

Örnek olarak, terörü alalım. Bu konuda devletin yetkilendirilmiş organları (emniyet mesela) asli görevleri olan 'terörle' mücadelenin yanı sıra, kendi dizginlerini tutan grupların çıkarları içinde mücadele ederler. Evet devlet terörle mücadele etmektedir, fakat aynı zamanda farklı ve ayrı düşüncede olup ta devletin uygulamalarını beğenmeyenlerde emniyetin takibi altındadır.

Verilen örnek sadece yürütmenin bir alt fonksiyonu olan emniyet içindir. Aynı şekilde, yasama ve yargının da, hâkim sınıf veya gruplar lehine kullanılması devletin dejenerasyonunu hızlandıracaktır.

O zaman yeni bir teori ve yeni bir devlet tanımına ihtiyaç vardır... Bu tanımı yapar ve isim olarak ta vahşi kapitalizmden esinlenerek vahşi devlet dersek bilmem mübalağa etmiş mi oluruz?

Bu terim doğrudur çünkü asli vazifesi, adaletli olarak, farklı gruplar arasında arabulucu rolü oynamak olarak gelişmiş bir düzen, şimdi artık belli gruplar haricindeki toplum katmanlarına baskı kurmakta, hatta şiddet uygulamaktadır.

Devlet, vahşide olsa, yine hükümran bir devletin haklarını istemekte, yani, kendi vatandaşlarını yönetmek istemekte fakat aynı zamanda, tüm yönetim erklerinde adaletsiz davranmaktadır. Türkiye örneğine dönersek; hâkim yine cüppesi içerisindedir fakat çete üyesidir. Polis yine devletin üniformasını taşımakta, devleti temsil etmektedir fakat toplum emniyeti ile birlikte başka amaçlar içinde çalışmaktadır.

Bu kötürüm yapı, devletin devlet olmasına engel olmasa da yönetim mekanizmasını sorumsuz hale getirmiştir.

Peki, bu dejenerasyona neden vahşi sıfatını uygun gördüğümüz sorulursa, bu hareket tarzının ve oluşumunun toplumda yansız olmamasını, belli grupları kayırmasını sebep olarak söyleyebilirim. Sonuçta; kötürüm devlet uygulamaları yansız olmadığı için gelir dağılımı adaletsizliği, işsizlik, yargı adaletsizliği vb sorunlar yaşanır. Yani, ezen ve ezilen 'edebiyatı' doğrulanır...

İdealde devlet sosyal ve ekonomik arabulucu, kanun yapıcı ve adalet dağıtıcı bir denge mekanizması olması gerekirken, adaletsizliğin kaynağı haline gelir.

Eğri oturalım, doğru konuşalım... Denetim bizde değildir, denetimsiz devlette sonuçta vahşileşmiştir. Birde bu çarpık yapının cabası olarak, yine modern teoriye göre en önemli denetim mekanizmalarından (dördüncü kuvvet denilen) medyada tam bu karmaşık, çarpık ve vahşi sistemin tam ortasındadır.

Görünen, (ideolojik öğretilerin yanıldığı şekilde) farklılıklarımız var, bu farklılıklar devlete ihtiyaç duymamızı sağlıyor, fakat devlet, demokrasi gelişmediği müddetçe yansız olamıyor, topluma şaşı bakmaya devam ediyor...

Üstelik şaşı bakan devlet bir yanılmazlık iddiası içerisinde, 'kendini koruma' çabasında… Gittikçe kötürümleşerek, gittikçe vahşileşerek...

Sonuç

Modern teori ile pratiği birlikte yorumlayalım. Demokrasi beraberinde iyi işleyen bir denge mekanizması olarak devletin gelişmesine katkı yapıyor. Demokrasi farklılıkları koruyor, farklılıklar devlete ihtiyacı doğuruyor.

Öte yandan demokrasi kötürüm olursa, çarpık ilişkiler, yanlı ve vahşi devleti ortaya çıkarıyor. Bu durum doğal bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor. Aksayan demokrasilerde devlet adalet dağıtmıyor, adaletli davranmıyor, topluma sınıf ve grup gözeterek bakıyor, şaşı bakıyor...

Tartışmamız gereken devlet-demokrasi ilişkisi değil, devletin yapısı değil, bu çarpık yapıya yol açan kötürüm demokrasidir ve denetimin bağımsız olmamasıdır.

Sözün özü, kötürüm demokrasi kötürüm devleti yaratıyor…