30 Mayıs 2007

Mesih - Papa - Putin

Koloniciler dinci miydi?

‘Ölümü özlemle beklediler’ (http://onpunto.com/ShowBlog.aspx?Web=thenewport&CId=53872) yazımızdan sonra çok farklı tepkiler içeren mailler aldık. Hakaret edenleri bir yana bırakırsak, bazı okurlar eleştirel yazılarında, Latin Amerika’yı talan edenlerin koloniciler olduğunu, aslen ‘dinci’ bir yapılarının olmadığını söylüyorlar.

Bence, hem kolonici hem de dinciydiler.

Hıristiyan dincilik veya başka bir deyişle Mesihicilik sadece eski çağlara ait bir olgu değil, günümüzde de sürüyor. Vatikan’ın diğer Hıristiyan mezhepleri ve diğer dinlerle bir ‘dünya hakimiyeti’ için mücadelesi yok mu sizce?

Varlığını dine dayandıran sistemler, devletlerinin ve varoluş sebeplerinin prensiplerini tadil etmezler; bu prensiplere zaman içerisinde sadece daha büyük boyutlar eklerler.

İnsanlar ve milletler, tarihte, bir inanışın (kendi inanışlarının) dünyaya hakim olacağını ve bu inanışı uygulayan kurumların evrensel saltanat süreceğini savunmuşlardır.

Bu bir inanıştır, hem de ‘kesin inançlılıktır’. Bu takdirde, bu kesin inançlıların yapacağı, kendi inançlarını ve bağlı oldukları kurumları askeri istilalar dahil ellerinde bulunan tüm araçlarla yaymak ve bu amaç için tüm yolları kullanmaktır.

Sanki burada bir ikilem var gibi gelir önce: doktrin olarak din ilahidir, onun iktidarı ise dünyevidir.

Eğer şahısların veya grupların çıkarları olmasa, birbirinden ayrı kalacak olan ilahi ve dünyevi yapılar, realitede karışır ve kaynaşır. Laikliğin zorunluluğu da buradan kaynaklanır. Laiklik dini, ilahi doktrin olarak sınırlandırır, dünyevi olmasını engeller.

Mesihilik ve ‘Tanrının Şehri’

Konuya dönersek, Hıristiyan felsefesi, Katolik kilisesinin ilk dönemlerinde bir dünya iktidarı hayali ile birleşti. Hıristiyan ilahiyatçılarından G. Wells, ‘doğruluk ve dürüstlüğün hüküm süreceği evrensel bir dünya devletinde her insanın bir vatandaş olacağını’ belirtir ve bu fikrin ilk kez Hz. İsa tarafından dünyaya getirildiğini anlatır.

Daha sonraki dönemlerde, Papalık, dünya hakimiyeti fikrini kendisine düstur olarak alır. Haçlı seferlerinin de kolonicilik maceralarının da arkasında ‘emperyal din’ motifi vardır.

Tarihe bakarsak, M.S. 325’te ilk kez Roma imparatoru Konstantin otokratik bir iktidar tesis eder. Aynı şekilde Aziz Augustin’in ‘Tanrı Şehir’ tanımı da dünyevi vasıtalarla ilahi emrin uygulanması gayesini taşımaktaydı.

Teori ilahidir, bu sebepten siyasi maksatların arkasında da ilahi amaçlar yatar. Kolonicillik felsefesi de sadece yeni topraklar ve yeni kaynaklar fethetmek için değildir. Bu vasıtalarla aynı zamanda ilahi emrin yeni insanlara ulaştırılmasıdır amaç, Hıristiyanlığın ‘Tanrı Şehri’nin sınırlarının genişletilmesidir sağlanmak istenen.

Fakat evdeki hesap çarşıya tabiki uymaz. Öncelikle beşinci asırdan on beşinci asra kadar Avrupa tarihinde siyasi üstünlüğe sahip Katolik devletler hüküm sürer, fakat bu süreç aynı zamanda ilahi dünya devleti fikrinin başarısızlıklarını da ortaya çıkarır.

Gerçekte hem Ortaçağda hem de yakın çağda pek çok uluslararası ittifak ve kurumlar evrensel Katolik kilisesinin desteklediği Hıristiyan Mesihiliğe dayanıyordu.

Her ne kadar krallar ülkelerini bu ilkenin ışığı altında yönetmek isteseler de, dünyevi arzular ve ihtilaflar ülkelerin bir araya gelip, ‘Tanrının Bayrağı’ altında toplanmasını engellemiş, oluşum hep ütopik seviyede kalmıştır. Örneğin, Papa III. Leo tarafından bütün Avrupa’nın imparatoru ilan edilen Charlemagne’ye ilk tepki diğer Hıristiyan devlet adamlarından gelir.

Hıristiyan Mesihiciliği bir iktidar yapısıdır. İktidar amaçlamıştır. Mesihilik, Papa III. Leo’dan bu yana en büyük darbeyi, Avrupa’da alevlenen Protestan Reformasyon Hareketi ile yaşar. Önce Avrupa’yı harabeye çeviren 30 yıl savaşları (1618-1648) meydana gelir, daha sonra Katolik kilisesi Protestanlığı ve varlığını kabul etmek zorunda kalır.

Güçlenen Protestanlık, Katolik dünyayı mezhepler arası diyaloga (Roma Konseyine ) kadar götürür.

İktidar mücadelesi sürüyor mu?

Günümüzde de Hıristiyan Mesihiliği hayaline dayanan bir dünya hükümeti fikrinden vaz geçildiğine dair bir emare yoktur.


1964 ve 1966 yılları arasında çalışan Roma Konseyi, ‘Tanrı Şehri’nin en büyük engeli olan bölünmüş Hıristiyanları birleştirmek için çok önemli çalışmalar yapar. Protestanlığın, Roma Katolikliğinin ve Yunan Ortodoksluğunun (Slav Ortodoksluğu hariç) bir araya gelmesi amacıyla yapılan çalışmalarda mesafe alınır fakat sonuç alınmaz.

Bu konsey çalışması sadece Hıristiyan birliği için değil aynı zamanda dinler arası diyalog açısından da önemlidir. Papa XIII John, artık dünya barışı fikrinin, ‘tek ve mutlak Hıristiyan dünya fikrinden’ daha önemli olduğunu, ‘Allahsız/materyalist’ SSCB’yle (Marksizm’le) mücadelenin diğer dinlerle mücadeleden daha önemli olduğunu ilan eder.

Daha sonra gelen Papa VI. Paul’de kilisenin dünya gücünü artırmak niyetinde olmadıklarını ilan ederek, dinler ve mezhepler arası diyaloga önem verir. Bu politika değişikliğinin arkasında Katolik dünyanın, Protestanlık karşısında güç ve nüfuz kaybı ile materyalizmin 20. yüzyılda din karşısında aldığı mesafe yatar.

Yeni Ortaklıklar – Saflaşmalar

Bugüne gelirsek, iki önemli olgu Mesihiliğin yeniden canlanmasına yol açmaktadır.

Soğuk savaşın sonlanması, (ortak düşman kabul edilen materyalist Marksizm’e karşı) dinler arası diyalogu gereksiz kılmış ve ayrıca Katoliklerin dünyanın pek çok yerinde Protestanlık karşısında gerilemesi mezhepler arası diyalogu sekteye uğratmıştır.

Katolik dünyası için bugün en önemli stratejik ortak Yunan Ortodoks Kilisesi (Fener Rum Patrikhanesidir).

Vatikan’ın en büyük korkulu rüyası ise egemenlik sahasını Doğu Avrupa’ya doğru genişletmeye çalışan Rus Ortodoks Kilisesidir.

Bu korkunun boş olmadığı, 1917’deki Bolşevik devriminden sonra sürgünlerle ayrılan Rus Ortodoks kiliselerinin Rusya lideri Vladimir Putin’in girişimleriyle, 80 yıl sonra yeniden birleşmesi ile su yüzüne çıkmıştır.

Malumunuz, Rus Ortodoks Kilisesi’nin başı Patrik 2.Aleksi ile sürgünlerin New York’ta kurdukları Yurtdışı Rus Ortodoks Kilisesi Başkanı Metropolit Lavr, ilişkilerin yeniden tesis edilmesini öngören belgeyi 18 Mayıs 2007 tarihinde Moskova’da düzenlenen törenle imzaladılar.

Törende Putin, Patrik 2.Aleksi ile Metropolit Lavr’ı tebrik ettikten sonra, "Kiliselerin birliğinin sağlanması, Rus halkının kaybolan dini birliğini yeniden tesis etmek için çok önemlidir. Rusya’nın ulusal kalkınması ve gelişimi, tarihi ve dini destek olmadan mümkün olamaz" demiş.

Aynı Mesihiliğin başlangıcındaki kaynaşma gibi bu girişimde de hem ilahi hem de dünyevi motifler söz konusudur. Putin, dini bütün bir Hıristiyan olarak bu birliğe imza atmaktan çok, birliğin Rusya’nın eski SSCB ülkeleri ve Slav halklar üzerindeki etkisini artırmayı amaçlamaktadır. Din yine emperyal bir vasıta olarak kullanılacaktır.

Mesihilik, dinler arası ve mezhepler arası mücadele olmadan başarıya kavuşamaz.

Bu mücadele Vatikan için birden çok cephede geçecektir. Bir cephede, İslam bir başka cephede ise Katolik inanışlara muhalif diğer Hıristiyan mezhepler vardır.

Bu zorlu mücadelesinde ittifaklara ihtiyaç duyan Papanın, Türkiye ziyareti esnasında Fener Patriği ile buluşmasını ve Patriklik kurumunun ‘ekümeniklik’ mücadelesine verdiği desteği birde bu açıdan değerlendirelim.

Sonuç

Mesihilik yoktur veya halen vardır bir tartışma konusudur. Kimi var diyecektir, kimi inkar edecektir.

Fakat su götürmez gerçek, Kuzey ve özellikle Güney Amerika’yı istila eden Avrupalıların, bu yeni kıtaya kaynak aramak kadar ‘din ihracı’ gayesi ile gittikleridir.

Kimse kalkıp, zavallı Latinlerin saf ve deruni insiyaklarla yüzlerce yıl, ‘suyun öte tarafından’ kurtarıcılarının gelmesini beklediklerini söylemesin.

Üstelik gelenlerin kurtarıcı olmadıkları da ayan beyan ortada iken...