20 Mayıs 2007

Biz Uyurken...

Önce 1990’ların başında, bir sabah uyandığımızda, yaklaşık kırk beş yıl süren soğuk savaş bitmiş, biz hazırlıksız yakalanmıştık. Değişen ve yeniden kurulan dünyaya uygun pozisyon alamadık ve önümüze serilen fırsatları kullanamadık.

Zannettik ki SSCB ve ABD arasındaki rekabet ilânihaye sürecek ve biz bu rekabetin bize bahşettiği nimetlerden faydalanacağız.

Önce yalnız kaldık, bir başımıza. Pusulasız gemi gibi. Yönümüzü şaşırdık demeyelim, rotamız bile yoktu. İçimizde yaşadığımız sorunlarla boğuştuk bir on beş yıl. İçerideki toz duman, dışarıdaki gelişmeleri görmemizi de etkiledi. Yaşanan on beş yıl aslında bir geçiş dönemiydi hem bizim için hem de dünya için.

Çok sevdiğimiz ve çokça kullandığımız jeopolitiğin artık yavaş yavaş jeo-ekonomi haline geldiğini göremedik. Sadece terör ve ekonomik istikrarsızlıklar değildi bizi kör eden, pusulasız bırakan…

Ve bugün, geldiğimiz noktada bir kez daha uyandık ve biz uyurken dünyanın yeniden yapılandığını gördük. Belki hala göremedik, neler olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Hatta belki de anlamaya bile çalışmıyoruz.

Yanılmışız!

‘Türkiye’nin önemi azalmaz’ (http://onpunto.com/ShowBlog.aspx?Web=thenewport&CId=51757) demiştik. Yanılmışız. Dün Türkiye’nin önemi azaldı. Türkiye elinde var olan en önemli ‘jeo-ekonomik’ avantajı kaçırdı, Türkiye Avrupa’nın enerji köprüsü, enerji koridoru olma fırsatını kaçırdı.

Gerçekte Türkiye’nin önemi kaybolmazdı, biz bunu başardık!

Çeşitli uluslararası kuruluşlarca gerçekleştirilen projeksiyonlara göre, Türkiye üzerinden Avrupa'ya artan miktarlarda Hazar ve Ortadoğu gazı taşınacak, bu miktar 2010'lu yıllardan başlamak üzere özellikle 2020'lerde oldukça büyük miktarlara ulaşılacaktı. Bu kapsamda ön fizibilitesi gerçekleştirilen NABUCCO projesi, Hazar (Türkmen ve Kazak) doğal gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınmasını amaçlamaktaydı. Projeye göre gaz hattı Türkiye’yi geçtikten sonra, Bulgaristan'dan başlayıp Romanya ve Macaristan güzergâhını izleyerek Avusturya'ya ulaşacaktı.

Evet, uyandık ve bu güzel rüya sona erdi. Rusya lideri Putin, Kazakistan ve Türkmenistan’a yaptığı 6 günlük gezide imzaladığı memorandumlarla, Kazak petrolünün ve Türkmen gazının Ruysa üzerinden Avrupa’ya aktarılmasını sağladı (http://www.hurriyet.com.tr/dunya/6505862.asp?top=1).

Bu gelişme, Türkiye’nin jeo-ekonomisine darbe vurmakla kalmadı, uluslararası politika ve stratejik planlamalarda çok değişik sonuçlara imza attı. Sırayla gidersek,

1. Kazakistan ve Türkmenistan’ın Rusya’ya bağımlılığı artmış oldu. Her iki ülkenin bu ekonomik bağımlılık dolayısı ile politik olarak ta Rusya’ya yakınlaşması beklenebilir.

2. Rusya’nın dünya ekonomisi ve politikasında önemi artmış oldu. Özellikle Avrupa’nın enerji ihtiyacının önemli bir bölümü Rus kaynaklarına bağlandı.

3. Enerjide kaynak çeşitliliği yaratmaya çalışan Avrupa, Türkiye’nin geliştirmeye çalıştığı boru hattı politikalarına destek vermeyerek, kendisi için en kötü senaryonun gerçekleşmesine sebep oldu.

4. Türkiye tarihi bir fırsatı kaçırdı. Türkiye için şu anda Hazar enerji kaynakları ile ilgili sadece Mega Proje (Azeri Şah Denizi doğal gaz projesi) kaldı.

5. Hazar gazı için ABD ile rekabete giren ve Orta Asya’da aktif rol almaya çalışan Çin ve (birlikte hareket ettiği) Hindistan hayal kırıklığı yaşayan diğer ülkeler oldu.

6. ABD için Orta Asya enerji sahasında (Çin’den sonra) Rusya en önemli ve sert rakip haline geldi.

7. Boru hattı barış getirir mi? (http://onpunto.com/ShowBlog.aspx?Web=thenewport&CId=50737) yazımızdaki sonuca dönersek, Rusya dünya ekonomisini ve dünya enerji kaynaklarını kontrol etmekte çok önemli bir avantaj sağladı.

8. Türkiye’nin dış politikası bir kez daha iflas ederken, aslında bir enerji politikasının olmadığı ortaya çıktı.

…..

Bu sonuçlar, ortaya çıkan resmin bir bölümü. Resmin neler getirdiği ve neler götüreceğini önümüzdeki günler ortaya çıkaracaktır.

Biz neden kaybettik?

Biz dış işleri politikamızın başarısını, Başbakanın veya dış işleri bakanının yurtdışı gezilerinin sayıları ile ölçüyoruz. Biliyorsunuz Başbakan iktidarı döneminde 157 kez yurtdışı gezisi gerçekleştirmiş.

Siz hiç Başbakanın bir gezide gittiği ülkede masaya bir proje koyduğunu, giderken kolunun altında dosyalar olduğunu gördünüz mü?

Maalesef geziler fotoğraf çektirmek ve iç siyasete dönük mesajlar vermekten öteye gidemedi. İşte Nabucco faciası bu realitenin sonucu.

Bir başka etkende, Başbakanın çevresinin tamamen dogmatik düşünceli insanlarla, danışmanlarla dolu olması, teknokratların bu dönemde ihmal edilmesidir.

‘Benim adamım’ düşüncesinin ve uygulamasının geldiği nokta, devletin işleyişinde teknokrat bürokratların geri plana itilmesi, ideolojik yaklaşım içerisinde olan bürokratik yapının gelişmesidir.

Bürokrasideki bu bozulma ve yozlaşma, vizyonsuz ve takipsiz dış politikayı da beraberinde getirmiştir.

Dün ve bugün

Daha önce en büyük sorun Başbakanın kültür düzeyi demiştik, okumuyor diye de ilave etmiştik.

Biz görmedik ama gören, duyan var mı merak ediyorum; Başbakan her hangi bir platformda Türkiye’nin ve dünyanın önümüzdeki 5 yılını, 10 yılını, 20 yılını anlattı mı? Öyle bir vizyon gören var mı kendisinde?

Okumadığı için bilmez muhakkak ama Türkiye kendisine II. Dünya Savaşına girmesi için baskı yapan bazı ülkelere rest çekip, ‘Dünya yeniden kurulur ve Türkiye o dünyada yerini alır’ diyen devlet adamlarına sahipti bir zamanlar. Bu sözle, Türkiye’nin dinamik dış politika üretip uygulayacak gücü olduğu, gerekirse pozisyonunu değiştirecek vizyonunun olduğu anlatılmıştı ABD’ye.

Bugüne gelirsek, problem, bir 23 Nisan töreninde, makamına sembolik olarak çocukları oturtacak Meclis Başkanının, bıyıkları terlemiş ‘epeyi gelişmiş’ bir delikanlı-çocuğu seçmesini ‘zafer’ zannetmesidir.

Bugün ‘devlet adamlarımız için’ zafer Nabucco değildir, ‘Çankaya’nın fethidir’…

Ne acı ve ne yazık… Somut dünyada soyut konuşan ve yaşayan bir ülke olduk.

Bundan sonra ne olur (Çeçenistan’a dikkat) ?

Rusya, Türkmen-Kazak-Rus boru hattını inşa ederken, maliyet unsuru nedeniyle Güney sınırını tercih edecektir. Hat mecburen ‘Çeçenistan’ üzerinden geçecektir. Bu ilk alternatif en ‘fizible’ olan hat güzergâhıdır.

İkinci seçenek (memorandumda yer alan hat) ise gaz ve petrolün (Çeçenistan’dan geçmeden) Rus Novorosiysk limanına getirilmesi ve buradan tankerlerle Bulgaristan’ın Burgaz limanına taşınıp, Bulgaristan üzerinden (aynı Nabucco’nun Avrupa ayağında olduğu gibi) Avusturya’ya ulaştırılmasıdır. İkinci güzergâh haliyle taşımacılık maliyetleri sebebiyle gerçekleştirilmesi zor olanıdır.

Bundan sonra, ABD’nin Hazar (ve enerji) politikası, imzalanan memorandumlar konusunda pes etmeyecektir.

Bu sebeple, önümüzdeki dönemde Kafkasya'nın yeni bir stres noktası olması beklenebilir. Bir süredir sakin olan bölge yeniden enerji savaşlarının tam ortasında kalmıştır.

Aynı şekilde Türkmenistan ve Kazakistan’da yeni politik gelişmeler ve dalgalanmalar beklenebilir.

Bu gelişme ile birlikte (bir süredir aralarındaki ekonomik ve politik rekabet artan) Çin ve ABD’nin, hiç beklenmedik şekilde Hazar enerji kaynakları için gizli veya açık bir işbirliği içine girdikleri görülebilir.

Yine aynı şekilde, daha önce Türkmen gazı için, Türkmenistan’la bir anlaşma imzalayan ve bu anlaşmaya Afganistan ve Pakistan’ı dâhil eden İran, Hazar gazı için ABD’nin tabi müttefiki olabilir. Bu durumda, önümüzdeki günlerde ABD’den İran’a karşı bazı yumuşama sinyalleri gelmesine neden olabilir.

Biz ne yapalım?

Henüz laiklik, milliyetçilik gibi konuları çözüp jeo-ekonomi, jeo-strateji gibi konularda düşünmeye başlayamayan Türkiye’nin açıkçası yapacağı pek bir şey yok.

Biz oturalım ve Çeçenistan’da, İran-ABD ilişkilerinde, Çin-ABD rekabetinde ve tabi Rusya-ABD kutuplaşmasında neler oluyor seyredelim, o kadar…

Nasılsa bir gün uyanırız ve keşfederiz ki, 'biz uyurken, dünya yeniden kurulmuş'...