20 Mayıs 2007

Realite ve İdeoloji

İktidar Güdüsü

İktidar çoğunlukla, bir grubun veya bir kimsenin kendi arzularına göre diğer insanların davranışlarını tayin edebilme veya yoğurabilme yeteneği olarak tarif edilir. İşte bu amaç için uygulanır çıplak kava kuvvet, inanışların ve sadakatlerin kullanılışı veya sömürülmesi.

Daha başka bir yönü ile iktidar, bir grubun, bir toplumun kaynaklarını hedefleri uğruna kullanabilme kapasitesidir.

Bu kapasite kolay elde edilmez, her yönetimde olanda iktidar olamaz.

Birde bu açıdan bakmak gerekli Türkiye’de ki son tartışmalara... Hükümet iktidar mıdır, iktidarda mıdır sorularını sorarak...

İktidarı ele geçirme güdüsü ile iktidar olduktan sonra, iktidarı kullanabilme yeteneğini birbirine karıştırmamak gerekir. İlki hemen hemen hepimizde olan güdüdür. Yaşantımızda, bir şekilde belli çapta iktidar olmak isteriz, iktidar oluruz. Evde, işte, okulda hatta çocukken oyun arkadaşlığında.

Weber’i dinlersek, iktidar sosyal örgütün egemen faktörüdür ki ancak empoze edilirse kabul görür. Yani, özgür iradeden çok açık veya gizli empoze yöntemleri ile iktidar kök salar; yönetimler bu şekilde iktidar olur. Bu açıdan bakınca, bu zıtlaşmayı, bu ‘sen ve ben’ tartışmasını daha iyi anlayabiliriz. Türkiye’de sanki birileri kendisine empoze edilmeye çalışılan ‘iktidar’ modeline isyan etmektedir.

İktidar Şer midir?

İktidar sisteminde eşitlikte yoktur. İktidar eninde sonunda bir şahsın veya bir elit zümrenin tekelindedir. Adını ne koyarsak koyalım (istersek demokrasi diyelim), her sistem kendi elitini çıkarır.

Bu elit oluşum, Machiavelli’deki gibi (‘Prens’in kaba kuvvetle ve ex-ante var olan kötü niyeti uğruna iktidarını topluma kabul ettirdiği şekilde) zorbaca da olmayabilir.

George Orwell’in ‘Animal Farm’ında olduğu gibi halis niyetlerle yönetime gelenler, bir müddet sonra diğerlerinden daha eşit hale gelebilirler, böyle bir niyetleri ex-ante olarak olmasa bile. İktidarın zorlaması ile, belki iktidar olmanın yapısında olduğu şekilde elitleşirler, farklılaşırlar. SSCB döneminde, komünist partinin ve üyelerinin, devrimden bir müddet sonra ‘lümpen burjuva’ haline gelmeleri gibi...

Bir kez elit yapı oluşmaya görsün, eşitlik ve eşit rekabet şartları ortadan kalkar. Aynen oligopolistik piyasa şartlarındaki firma davranışlarında olduğu gibi rakipler için cebri veya diğer zorlayıcı engeller ortaya çıkar.

Elitlerin kendilerini korumasının yanı sıra birde tabiatları gereği ‘kul’ olan bir zümre meydana gelir. Hayatları bir şekilde iktidar mensuplarından faydalanmak olan bu ‘kraldan çok kralcılar’ aslında ‘vahşi ormanların’ leş yiyicileridir. Artıklar onlar tarafından temizlenir. Bugün, ‘neden böyle davranıyor’ dediğimiz pek çok kişinin veya grubun davranışının arkasında işte bu güdü yatar.

Bu görüşler (eşitliğin olmadığı iktidar), kapitalist düşünceye de tamamen zıt değildir.

Çağdaş Amerikan siyaset bilimi de, iktidarı pis bir konu olarak görür ve iktidar arzusunu kötü/şer bir duygu olarak tanımlar (Örneğin, iktidar konusunda yapıtları ile teoriye önemli katkılar yapan C. Wright Mills gibi).

İşte iktidar mücadelesi bu temel üzerinde yükselir: sizin iktidarınız kötü, benim ki iyi ve yararlı tartışmaları aslında, benim örgütüm/yandaşlarım iktidarın nimetlerinden nasiplensin tartışmasıdır.

İktidar reel-politiktir

İktidar siyaset biliminin konusu olduğu için, netice bir sosyal hadisedir. Bu sebepten bu konudaki tüm önermeler sloganımsıdır ve normatiftir. Misal, uygulanabilir bir ilke olan ‘Peter Kuralı’, modern işletme teorisinden ödünç olarak alınmaz, kullanılmaz.

Hatırlarsak Peter Kuralı, bir insanın, ancak başarısız olduğu bir mevkie kadar terfi etmesini öngörür. İlgili şahıs, başarısız olduğu mevkiinin daha üstüne terfi ettirilmemelidir. Bu bir kapasite, bir limit kuralıdır (Diyelim, bizim iktidar sahipleri bu kuralı kullanıyor olsalardı, sizce, Dış İşleri Bakanlığı performansı veri iken, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığından söz edilebilir miydi?)

İktidar aslında bir reel-politiktir. Seçim meydanlarında verilen vaatlerin gerçekle yüzleşmesidir. Sloganları, aynen bir kirli elbise gibi üzerinden sıyırıp atmalı siyasetçi iktidar olduğunda... Ne zamanki iktidar sahipleri, iktidar makamlarını (örneğin Meclis Salonlarını) miting alanlarına çevirilerse, işte o zaman korkmak gereklidir, çünkü politikacı hala reel politiğin farkında değil demektir. Hala yaşadığı toplumun gerçekleriyle yüzleşmemiş demektir.

Sadece bugünkü politik ortam değil, yakın geçmişimizde, hırs ve iktidar arzusunun aslında mülkiyet ve kar arzusundan daha vahşi sonuçlar doğurduğunu gösteriyor.

Machiavelli’den Başbakana

Biz, Başbakanın etrafını suçlamış ve kendisini yanlış yönlendiriyorlar demiştik bir seferinde. Şimdi, bir konuda haklarını tespit edelim; birileri Başbakana Machiavelli’den bazı pasajlar okumuş olmalı, çünkü ruh hali bunu gösteriyor. Misal, Machiavelli;

‘Hükümdarın yapacağı tek şey, hangi sistem iktidarına hizmet edecekse, onu benimsemek olmalı. Bu hareket tarzı, tebaasının duygularıyla (ve düşünceleri ile) uzlaşmasa bile, şartlar neyi emrediyorsa öyle hareket etmeli....

....

Hükümdarın hareketlerine karşı çıkılamaz. Hükümdar başka yerlerde olduğu gibi ilahi haklara sahip olduğu için veya bu mevkie Allah tarafından getirildiğinden kendisine karşı konulamaz...’ diyor.

Prens’ten yaptığım ilk alıntı, hangi şart olursa olsun uygulanan oportünist yaklaşımı izah ediyor diye düşünüyorum.

İkinci alıntı ise, Başbakanın etrafında olup ta, hem kendisine hem de topluma, ‘Erdoğan’ın sahabe ahlakına sahip olduğunu’ fısıldayan, hatta kendisinin Allah tarafından seçilmiş olduğunu söyleyenleri yeterince anlatıyordur.

Realite ve ideoloji çatışması

Biz, Prens’te takılıp kalan AKP politbürosuna modern iktidar analizlerini okumalarını tavsiye edelim. Çünkü modern teori, ‘kendi doğrularını empoze etmek isteyen yönetimlerin’ eninde sonunda ‘gayri meşru’ hale geleceklerini yazar.

İktidar içgüdüseldir ve bir ihtiras göstergesidir dedik ya, işte bu ihtirası dengeleyen güç reel politiktir. 350 küsur milletvekili ile gayri meşru hale gelmemenin yolu reel politiği, Türkiye şartlarını anlamak ve iyi okumak olmalıydı.

Reel politik, yaşadığı ve hükmetmeye çalıştığı toplumun eğrilerini doğrularını öğrenmekle mümkün olur.

Reel politiğin ilk öğretisi, iktidarın sınırsız olmamasıdır. İktidar sınırlıdır, limitleri vardır. Bu limitler; dışsal veya içsel olabilir. Dışsaldır, sizin dışınızdaki dünya ve sizin gibi düşünmeyenler size sınır koyarlar. İçseldir, gücünüz her düşündüğünüzü uygulamaya yetmez.

Reel politik siz öğrendikçe size yardım eder. Siz ne kadar açıksanız öğrenmeye, bu olgu sizin en büyük yardımcınız olur.

İkinci öğreti, sizin geçiciliğinizdir. İktidarınız geçicidir. Herhangi bir sınıfın veya partinin iktidarı eninde sonunda biter.

Üçüncü belki de en önemlisi siz olayları kontrol ettik/ediyoruz derken, olaylar, gelişmeler sizi kontrol etmeye başlar. Gelişmelerin esiri olursunuz, siz ne olacağını belirlemeye çalışırken, edilgen hale geldiğinizi görürsünüz.. Sonunda, değişime ayak diremeniz, size karşı olanların sayıca ve nitelik olarak büyümesine yol açar.

Son söz; Başbakanın iktidarı ele geçirme arzusu normaldir, hepimizde var olan içgüdünün bir tezahürüdür. Başarısız olduğu, tıkandığı yer ise iktidarı kullanma/iktidar olma kapasitesidir ki, oda ancak ideolojinin, realite yardımıyla törpülenmesi ile mümkün hale gelir.